1

4.3K 252 196
                                    

Ciel kendini adamın ellerinden kurtarıp evine koştuğunda her şey için çok geç kaldığının farkındaydı. Yavaşça yere çöküp külleri avuçladığında titremeye başlamıştı. Arkadaşlarının iyi olmasını umuyordu ama bunun gerçek olmadığını da biliyordu. Bir köşeden Grell'in ona doğru gülümsedi fark etti.  Bu sırada adam yaklaşıyordu. Adamın her adımında Grell'in gülümsemesi büyüdü.

"Ben kazandım. Sen ise kaybettin" Grell adımlarını ona yönelince Ciel kapana kısıldığını hissetmişti.

"Sebastian!" Etrafına bakınıp daha güçlü bağırmıştı. "Sebastian!"

"Sebastian!"

"Sebastian!"

Ciel uykusundan sıçrayarak kalkıp yorganı itekledi ve kendine gelmeye çalıştı. Grell'in testeresini hala boynunda hissettiğine yemin edebilirdi.

Sebastian kapıyı tıklayıp içeri adımladı ve onun önünde durdu. "Genç efendi? İyi misiniz?"

Her gece aynı soruyu duymaktan sıkılan Ciel yorgana tekrardan sokulup kaşlarını çattı. Hala gördüklerinin etkisinden kurtulamamıştı.

"Çay ya da süt getirebilirim"

"Ben uyuyana kadar burada dur. Yarın bulmamız gereken kişi çok önemli, uyuyamazsam yeteri kadar dinlenemem"

Sebastian itaatkarca duvarın kenarına geçti ve yüzünü ona döndü. Böylece birbirleriyle bakışmaya başlamışlardı. Sebastian'ın ifadesiz yüzünün aksine Ciel oldukça yorgun bir ifade takınmıştı.

Gözleri ağır ağır kapanırken Sebastian onun üstündeki örtüyü yukarıya çekti ve yastığını düzeltip odadan ayrıldı.

Ertesi sabah, çektiği delik deşik uyku yüzünden hiç de dinlenmiş hissetmiyordu. Önündeki kahvaltıya bakıp birkaç çatal aldıktan sonra tabağı ittirdi ve masadan kalktı.

"Aç gidemezsiniz"

Ciel onu duymamazlıktan gelip eldivenlerini takarken Sebastian iç çekerek ceketini ona giydirmişti. Küçük olan ceketini giyerken yüksek sesle esnedi.

"Çok yorgunsanız ben halledeyim"

"Hayır gideceğim. Bu saçmalığın ne olduğunu merak ediyorum" açılan kapıdan çıkıp mermer merdivenleri hafif topuklu ayakkabısının çıkardığı tıkırtı eşliğinde indi. Sebastian ise her zamanki sessiz adımlarıyla ona eşlik etti.

Bindikleri taksi yıkık dökük evin önünde durunca, Ciel tozlu havanın etkisiyle öksürüp elinin tersini burnuna dayadı. Önden ilerleyince Sebastian etrafı izleyip birkaç adım gerisinden ona eşlik etti.

"Sen üst kata bak, ben alt katı gezeceğim"

Sebastian küçük bir tereddüt etse de üst kata döndü. Bu sırada Ciel eski püskü kapıyı ittirip odaya girmişti.

Kapıdan girerken yüzüne çarpan tılsım onu ürkütüp yukarı bakmasına neden oldu. Bütün tavan, diğer eşyaların aksine yepyeni ve çeşit çeşit tılsımlarla doluydu. Oda fazlasıyla duman doluydu.

"Ciel Phanthomhive" boğuk ve çatlak ses odayı kaplayınca Ciel'in eli silahına gitti. "Bir zamanlar neşeli ve hayat dolu olan çocuk. Sen doğduktan sonra Phantomhive malikanesinden gülümsemeler hiç eksik olmazdı."

Ciel yüzünü görmediği adamın söylemek istediği şeyi anlamıyordu bu yüzden ağzının kenarı sinirle seyirdi.

"Ciel..." Ciel az önce karşısından gelen ses bu sefer tam arka tarafından gelince arkasına dönmek istedi ancak adamın kolu onu sarmıştı. Ağzı, Sebastian'a seslenmek üzere aralandığında adam tekrar konuştu.

"Ailene, eski hayatına yeniden kavuşmak istemez misin Ciel?"

"Böyle zırvalıkları ilk duyuşum değil, seni kaçık adam"

"İstemiyor musun? Bunu sana verebilirim. İstersen bunu sana vereceğim."

"Yaa tabii" Ciel alayla gözlerini devirdi. "Bunu çok isterim. Elbette. Kaçık."

"Sebastian!" Ciel hızla yatakta doğrulup nefes nefese ayılmaya çalışırken gözlerini ovdu. Ancak bu sefer kapıyı açan Sebastian olmadı.

"Meleğim, kabus mu gördün?" Ciel titreyip korkulu gözlerle ona baktı. Rachel ağır adımlarla onun yatağına ilerleyip saçlarına uzanınca küçük olan hareket dahi edememişti.

"Annene ne gördüğünü anlatmak ister misin Ciel?"

What If... | Sebaciel ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin