3

2.5K 201 217
                                    

Ciel beşinci günün sabahında uyandığında bunun bir rüya olmadığını kavradı.

Kendini tamamen yabancı bu hayatın içinde bir kıymık gibi hissediyordu.

Önündeki biyoloji kitabını kapatıp gözlerini koridorda yiyişen çifte çıkardığında boğazından yukarı acı bir tat yükselmişti.

"O kadar derin bakarsan ikisini öldürebilirsin"

Sebastian onun karşısına oturup ellerini çenesine dayamıştı.

"Ne diye geldin?"

"Bayadır konuşmuyorduk... Minik uzaylı." Gülmüştü ama Ciel'in ciddi ifadesi bozulmayınca suratı düştü. Tek amacı biraz yakınlaşmaktı.

"Daha önce hiç birini öptün mü? Demek istediğim yaşına göre fazla küçük ve kırılgan duruyorsun"

"Boynunu kırdığımda da aynı şeyi söyleyebilecek misin acaba?"

"Sorumdan kaçma, öptün mü öpmedin mi?"

Ciel kitabını kolunun altına sıkıştırıp kalkmaya yeltelendi.

"Ah, yüzde yüz bakirsin demek. Her bir damlasına kadar" Sebastian bu sefer kahkaha atmıştı.

"Seni..." Derin bir nefes alıp sinirini bastırdı Ciel. "Hiç de bile. Değilim."

"Ah, inanmadım"

Ciel farkında olmadan kitabın sayfalarını sıkmaya başlamıştı. Yerinden doğrulup kimsenin olmadığı bir anda Sebastian'ı öptü.

Sebastian bir an, yüzündeki alaycı ifadeyi yok etmiş oturduğu yerden kalkmıştı. Ciel'in bisküvisinden birini alıp kulağına eğildi. "Biliyorsun, dudaklarını birbirine bastırmışken birini öpemezsin, bakir"

Günün geri kalanında Ciel utancını köşe bucak saklanarak yaşamıştı. Hayatı boyunca bir an bile bu kadar utanç verici bir olay yaşamamıştı.

Çıkış zili çalar çalmaz çantasını omzuna atmıştı ama Sebastian onu kapıda bekliyordu. Ölümün kaçınılmaz olduğunu sezen Ciel, usulca geri oturup Azrail'i bekledi.

Sınıf tamamen boşalınca Sebastian içeri girip tam onun önündeki sıraya oturdu. "Konuşmaya çok fırsatımız olmadı değil mi bu konuda..."

"Konuşacağımı nereden çıkardın?"

"Kendine dokunurken ne düşünüyorsun? Yani ne bileyim hiç birilerini izledin mi? Yoksa insan nasıl kendine dokunur ki?"

Ciel'in tek kaşı anlamamış gibi kalktı.

"Kendine dokunuyorsun. Yapma. O kadar da olamazsın"

"Gitmem gerek" Ciel kalkınca Sebastian onu tutarak ittirdi. Ağır çantası yüzünden dengesini toparlayamamış Ciel yere düşmüştü.

"Sana gerçekten birkaç şey öğretmek istiyorum." Sebastian sıradan kalkıp ona yürüdü. Ciel yerde sürünerek geri geri gidiyordu ama birkaç santim sonrasında duvara çarptı. Sebastian yere çöküp ona uzanmıştı.

"Çek pis ellerini şeytan"

Sebastian onun düğmesine uzandığında Ciel cılız kollarıyla onu ittirmeye çalıştı ama Sebastian onun emirlerine itaat etmediği sürece ondan üstün olma ihtimali yoktu. Sebastian hızlı bir hamleyle onu kendi kucağına çekince Ciel gözlerini büyüttü. Pantolonu dizine kadar sıyrılmıştı.

"Bu duyduğum şey kalbinin sesi, değil mi?"

Ciel titredi.

Sebastian'ın parmak uçları onun çamaşırının içine kayarken Ciel donup kalmıştı. Bu kişi, onun Sebastian'ı olmasa da, ona karşı, karşı koyamadığı bir güven bağı vardı.

Sebastian'ın soğuk parmakları erkekliğini kavrayınca gözleri büyüdü. Sırtını onun göğsüne iyice bastırdı.

"N-ne yapıyorsun sen?"

"Sana çekici gelen birisi illaki vardır... Onu düşün" parmakları aşağı yukarı hareket ederken sesi fısıltıya dönüştü. "Onu çıplak düşün. Sana, benim şu an dokunduğum gibi dokunduğunu, dudaklarını morartana kadar öptüğünü... Belki de... Ah bunu sonra öğretirim ha?" Kıkırdadı.

Onun aksine Ciel aklına gelen görüntü yüzünden titremiş, kasıklarındaki krampların esiri olmuştu. Başını Sebastian'ın boynuna soktu.

"Hoşuna gidiyor, değil mi? Minicik gözüküyorsun..."

"K-konuşma..."

Sebastian elini sıkılaştırınca küçük olan dayanamadığı acıyla inledi.

"Kimi düşünüyorsun? Mmm... Güzel bir kız mı?"

"S-sebastian" küçük olan gözleri kapalı şekilde inleyince Sebastian yutkundu.

"Hey ufaklık, beni mi düşünüyorsun?" Sebastian eline bulaşan sıvıyla bakışlarını ona indirip alt dudağını ısırdı. Ciel derin derin soluklanıyordu. Ardından bakışları eline kaydı.

Ve kendine hakim olamadan dudaklarını onun alnına bastırdı.

Ciel titreyip kıpırdanmıştı.

"Evin nerede? Seni bırakayım"

Ciel bırakma lafını duyunca arabayla gideceklerini düşünmek gibi bir hataya düşmüştü.

Ama bisiklette onun beline sarılırken nihayet bu hayatında bir şeyler yolunda gidiyor gibiydi.

Sebastian büyük binanın önünde durup ıslık çaldı. "Demek ki Phanthomhive malikanesi buymuş"

Ciel bisikletten atlayıp ona baktı ve bir süre ne demesi gerektiğinden emin olamadı. Ardından küçük bir "Hoşçakal" kaçtı dudaklarından.

Sebastian yerdeki ayağının olduğu tarafa eğilip onun yanağına uzandı ve küçük bir öpücük bıraktı. "Sen de öyle, ufaklık"

What If... | Sebaciel ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin