-JOSEPH WHİTE-
Gözlerimi bu lanet dünyaya açtığımdan beri yalnızım. 15 yıldır bu dört duvar arasında yalnızlığımla boğuşuyorum. hayatım öyle bir şekil aldı ki çocukluğumun sadece ilk üç senesini hatırlayabiliyorum. aileme dağir tek bir anım bile yok. onlarla yaklaşık 19 sene önce ayrıldı yollarımız, daha doğrusu onlar beni henüz 1 yaşımdayken çaresizce sokaklara terkettiler. sokakarda çocukları acımasızca çalıştıran o adamların eline düşmüştüm, tek çarem onların dediklerini yapmaktı. bu hayatta tek başıma mücadele etmek için çok uğraştım ancak bu çabalarım hiç bir zaman sonuç vermiyordu. günün erken saatlerinde yerdeki soğuk yataklarımızdan kaldırılıp trafik ışıklarında dileniyorduk. tek seçeneğimiz yoldan geçen insanların bize acıması ve para vermesiydi. günün sonunda eğer elimiz boş dönüyorsak o bataklıkta acımasızca dövülürüz. her gün içimizden birinin ya kolunu kırar ya ayağını kırar ya da öldüresiye döverdi ve sonumuzun onun gibi olmasını istemiyorsak para kazanmamızı söylerdi. ondan şuana kadar çok dayak yedim. hatırlamak istemeyecek kadar çok...
12 yaşındaydım bir sabah yine uyandırılarak dilendirilmeye gönderildim. akşama kadar hiç dinmek bilmeyen yağmurun altında saatlerce insanların gözlerine baktım, bir umut para versinler diye.
akşam olmuştu, para kazanamamıştım. o bataklığa geri dönmek istemiyordum. aksi takdirde beni cezalandırırdı. sonu ölüm dahi olsa canımı yakardı. karnımı doyurmak için lüks lokantaların kedilere, köpeklere verdiği ekmeklerden yedim. hayatım boyunca iki çeşit yemek yemişimdir biri kuru ekmek diğeri ise suyla karıştırılmıs ekmek. o akşam karnımı doyurduktan sonra ıssız sokaklarda yürümeye başladım. kulakları delen iki el silah sesiyle neye uğradığımı şaşırmıştım. hızlıca sesin geldiği yöne koştum. çıkmaz sokağa girdim köşede bir adam yatıyordu, yanına koştum karnının üzerine saplanmış bir bıçak duruyorsu "yardım et " dediğinde ne yapacağımı bilmiyordum. saplanmış bıçağı üzerinden çekerken " kaldır ellerini polis!" hızlıca ellerimi pıçaktan çektim ve neler olduğunu anlamadan kendimi demir parmaklıkların arkasında buldum. hayatını kurtarmak için elimi uzattığım adamı öldürmekle suçlanıyordum üstelik adam ölmüştü ve hiç bir kanıtım yoktu.
12 yaşında girdiğim ıslah evinde (hapishane) bataklıktakinden daha sıcak ve yumuşak bir yatağım vardı fakat istediğim zaman dışarı çıkamıyordum. buradaki yemeklerde oldukça güzeldi ancak burası neresi buraya kimler geliyor bilmiyordum. günler geçtikçe bu hayata alışıyordum. gardiyan dedikleri ve her zaman kapıdan bize seslenen adamdan nefret ediyordum defalarca bana vurmuştu. yine bir sabah bağırarak içeriye girdi yaklaşık on kişiydik hepimizi tek tek elindeki metalle dövdü. bu günler, haftalar, aylar hatta senelerce devam ediyordu. bizi hergün dövüyordu. vücudumun çeşitli yerlerinde oluşan morluklara, şişliklere ve ağrılara dayanamıyordum. dayaktan değilde yalnızlıktan öleceğime inanıyordum. yapabildiğim tek şey ağlamaktı. gardiyanın yanıma gelerek alay edici sözleri beni daha da sinir ediyordu. " erkek adam ağlar mı ?". erkek adam değilde tüm insanlar ağlar bence. paylaşamadığı her durum için ağlar. yalnızlık zordu. bu ıslah evinde yıllar geçiyordu. buraya düşeli 6 sene olmuştu. delirmek üzereydim ki televizyonda gördüğümüz " af yasası" dedikleri o şey bizi bu cehennemden kurtarmıştı. çıktığımda 18 yaşındaydım. ilk önce dört duvarın arasından çıktım daha sonra önümdeki demir kapılar tek tek açıldı. bahçeye kadar nasıl nefes aldığımı hatırlamıyorum. bahçe kapısına geldiğimde son kez arkamı döndüm ve yediğim tüm dayaklar gözümün önüne geldi daha sonra kapının önünde hıçkırarak ağlayan biri gördüm. oldukça gençti ve yerde oturmuş ağlıyordu. yanına gittim.
" iyi misiniz ?"
cevap alamayınca çantamdan su çıkarttım ve ona uzattım. ilk önce suyu almak istemedi fakat ısrarlarıma dayanmayıp aldı. onun o çaresizce ağlayışları beni çok üzmüştü. kalbimde şuana kadar yaşamadığım bir duygu vardı. karşımdaki kızı bulmuşken onu böylece bırakamazdım. ona aşık olmuştum hemde defalarca duyduğuma rağmen hiç tatmamıştım bu duyguyu.
-LİLİTH DOBREV-
insan doğduktan sonra nelerle karşılacağını bilmediği bir dünyaya " merhaba" der. ben bu dünyaya merhabasız başladım.babam yok. evet o yok annemi terk edip gitmiş. doğduğumda "baba" kelimesini ağzıma bile almamıştım. sokata oynarken herkez " babaaa" diye bağırışırken ben yalnızca onlara bakıyordum. kızlar babalarını severlermiş. yalnızca onlara aşık olurlarmış. bir babam yok ve " babaa" diye bağıracağım kimse. çocukluğum rutubetli, eski bir evde geçti. bazı zamanlar yiycek hiç birşey bulamıyorduk. annem kendisine ve bana bakmak için hergün durmaksızın çalışırdı. restorantın birinde bulaşıkcıydı. ondan utanırdım. parmaklarıyla beni gösterip "bulaşıkçının kızıı"diye alay ederlerdi ne zaman çıksam sokağa. okula başlamak zorunda kaldığımda ise istemeyerek gidiyordum oraya. çünkü beni hiç kimse sevmiyordu. sınıfta yalnız oturuyordum. okumayı geç söktüğüm için dalga geçiyorlardı.bu sefilliğimize dayanamadım, annemin elleri büzüşesiye kadar yıkadığı bulaşıklar beni üzüyordu. ona kendi mutluluğu ve rahatlığımız için evlenmesini söyledim. çalıştığı restorantın sahibi göbekli, kısa boylu, tıknaz bir adamla evlendi. geçim sıkıntısı çekmiyorduk fakat mutsuzduk. üvey babamla aramız kötüydü. bir gün annem komşuya gitmek için evden çıktığında beni zorla yatağa yatırmıştı. henüz 16 yaşındaydım. ona itiraz edemiyodum yoksa beni dövüyordu. anneme söylememem için beni tehdit ediyordu. 18 yaşıma kadar bu böyle devam etti. yine bir gün annem evden çıktığında zorla bana sahip olmaya çalıştı. annemin eve dönüpte bizi görmesiyle başlamıştı herşey. annem oldukca sinirliydi o anda üvey babamın ölmesini istiyormus gibi bıçakladı onu ve polisler derken annemde gitmişti yanımdan. kocaman evde küçücük yalnızlığımla ağlıyorum gecelerce. annemin davası için gittim mahkemeye " 18 yıl cezalandırılmasına karar verilmiştir" sözüyle yıkıldım. hapishanenin önüne kadar gittim onunla son kez sarıldık, son kez içime çektim o eşsiz kokusunu. tarif edilemez yalnızlıkla oturdum kapının önüne ağlamaya başladım çaresizce. yanıma biri yaklaştı.
"iyi misiniz ?"
soruyla irkildim. cevap veremedim karşımdakine. çantasından su çıkardı ve bana uzattı. ilk önce almak istemedim fakat onun ısrarlarına karşılık aldım. karşıma çıkan o adamı gördüğüm ilk andan itibaren garip bir şekilde kalbimin attığını hissettim ilk kez. bu duygu aşk mıydı yoksa ? hani şu herşeye aşk diyenlerin dediği gibimiydi ? o adama aşık mı olmştum ?