Nefret kokuları içinde uyandığım, bir sabah daha. Bir anlık kafamı tavandan kaldırıp odama göz attım.
Her şey siyahtı, ben gibi. Mezarlığı andıran bu odada daha fazla durmak istemeyip banyoya doğru yürümeye başladım, gözüme duvardaki siyahın içinde çığlık atan mor melek kanatları takıldı. Umursamayıp banyoya girdim. Her şey siyahtı bu beni çok mutlu ediyordu, sanki yumruk attığım bir surattan akan kan gibi.
Duş aldıktan sonra siyah bornozuma sarılıp aynanın karşısına geçip kendimi izlemeye başladım. Buharlaşan aynada kendimi büyük biz esaretle izlerken aşağıdan Sahra Hanım kahvaltı hazır diye bir ses geldi. Yavrusunu kaybetmiş manda gibi bağıran kişi, yardımcımız Melikeydi aynı yaştaydık ve bana hanım diyordu , buda beni sabah sabah sinir etmeye yetiyordu. Giyinme odama gidip elime gelen ilk siyah iç çamaşırı, t-shirt ve pantalonu alıp giyinmek için aynanın karşısına geçip giyinirken birden aklıma bir hafta sonra okulların açılacağı geldiğinde sinir kat sayım artmıştı. Kıyafetlerimi giyindikten sonra saçımı kurutmak için tekrar banyoya gittim. Siyah bir çekmecenin içinden kurutma makinamı çıkartıp saçımı kurutmaya başladım.
Aynaya bakarken dalmıştım ki odam da yankılanan telefonumun sesiyle birden irkildim kim bu mal sabah sabah dedim kendi kendime. Arayan Delgeçti. Ne var Gürkan diye telefonu açtığımda geliyoruz hazır mısın? diye cevap verince sinir küpüne döndüm. Hayırdır nereye gidiyorsunuz deyince sesimdeki siniri anlamış olmalı ki sesiz bir ifade ile Gökhan ile görülecek hesabımız var gelmek istersen senide alalım mı? dedi. işim var sonra gelirim deyip. Kapattım. Dilara mesaj atmıştı boş verip telefonu yatağıma fırlattım. Gökhan orta okuldan beri arkadaşım. Namı değer Delgeç birkaç ay önce ve ondan öncede birkaç kişiyi deldiği için adını Delgeç koymuştuk . Dilara ise kendimden sonra tanıdığım en manyak kızdı. Saçımı kurutmaya devam ettim. Kalın siyah saçlarımı kuruttuktan sonra yeşil gözlerimi ön plana çıkaracak bir kalem sürdüm ve vazgeçilmezim olan koyu kan rengi rujumu sürüp giyinme odama gidip, arkasında solmuş bir gül olan deri ceketimi giyindim.
Aynaya son bir kere baktım, tamda olmam gerektiği gibiydim simsiyahtım, karanlıktım ölüm gibi.
Midemin bir şeyler yesene lan! diye bağırması ile sert bakışlarımı kendimden çekip, odamdan çıktım. Kahvaltı masasının yanına geldiğimde siyah yemek masasın ve siyah yemek takımının üzerinde iğrenç renklerde bir sürü şey onlarda siyah olmalıydı diye düşünüp masaya oturdum. Çayımı doldurmaya gelen Melike sert bakışlarımdan korkmuş olmalıydı ki titreyerek çayımı doldurdu. Bende hayali aileme afiyet olsun deyip ekmekten bir parça ağızıma attım. Birkaç zeytin ve çayımı içip, yeni bir çay alıp oturma odasına yürüdüm. Odanın camına gidip manzaraya baktım ve bu pislik dünya ya bu kadar renk fazla deyip iğrenerek mavinin içinde kayboldum. Biran önce kış gelmeliydi yeşillerden kurtulmak istiyordum. Çayımdan bir yudum daha alıp sehpaya bıraktım. Odama çıkıp telefonumu ve kredi kartımı alıp kapıya indiğimde ayağımda evde giyindiğim ayakkabılarımın oluğunu görünce çileden çıkıp tekrar odama çıktım ayakkabılığımdan aldığım hafif yüksek tabanlı spor ayakkabımı alıp, merdivenlerden yavaş yavaş inerken Melike ve annesi Nebahat teyzenin konuşmalarını duydum. bu kız nasıl yaşıyor iki zeytin ve bir dilim ekmekle karın doyar mı? diyordu Nebahat Teyze. Umursamayıp evden çıktım. Kapının önünde bekleyen Ahmet Abi günaydın Sahra Hanım deyip kapıyı açtı. Bende samimi olmayan bir gülümseme atıp arabaya bindim. Ahmet abi benim şoförümdü babam tembihlemiş olmalıydı bazen hiç beklemedik anda karşıma çıkıyordu o yüzden pek samimi gelmiyordu. Yolda THE WEEKNDIN Gifted şarkısı çalıyordu bu, bu gün beni mutlu eden tek şeydi. Biraz gevşeyip. Ahmet Abiye Gökhanın yerine gideceğiz dedim. Gülümseyerek başını salladı. Yarım saat süren bir yolculuktan sonra Bağcıların en karanlık kan kokan sokağına gelmiştik kapı açıldıktan sonra bir şey demeden arabadan indim. Gökhanın barının önünde ağzı burnu kan içinde iki tane adam vardı. Bunları kesinlikle Gürkan yapmış olmalıydı. Suratlarına küçümser bir bakış atıp içeri girdim. Uzun ve karanlık bir koridordan sonra simsiyah bir salona çıktım. Bizimkiler beni görünce kendilerini belli etmek için ayağa kalktılar. İçerisi boş diyecek kadar kimse yoktu. Karanlık bir mekandı ve büyük olduğundan uçsuz bucaksız görünüyordu. Burayı seviyordum kendimi tam anlamıyla buraya ait hissediyorum zihnimden bir parça gibiydi, karanlık ve uçsuz bucaksız, bilinmeyen
Bizimkilerin yanına yürürken Gürkan arkadan ooo! Siyah prenses hoş geldin diyerek seslendi kes sesini Gürkan! diye çıkıştım. Barın en arka masasında her zamanki yerimize oturmuşlardı. Hoş geldin Sahra diye hep bir ağızdan konuşmuşlardı. İkili koltukta Gürkan ve Buse oturuyordu, üçlü koltukta Soykan, Dilara ve Mert oturmuştu. En başta ki iki kişilik koltukta benimdi. Mert bir hamle ile nezaketen koltuğun yanına gelip buyurun madam deyip koltuğu gösterdi. Pekte içten olmayan bir gülümseme ile karşılık verip yerime oturdum. Tekrar ciddileşip gözümü Dilaraya diktim. Geldiğimden beri dik dik bana bakıyordu. derdin ne kızım senin? diye bağırdığımda bir şey demeyip yüzünü başka tarafa çevirdi. Dilara tam 3 senedir Soykanı seviyordu. Soykan ise 2 sene önce benden hoşlandığını söylemişti. Hem de Dilaranın gözünün önünde. O günden sonra Dilara benden nefret etmeye başlamıştı. Kimin umurunda! Ama götü yemediğinden bir şey diyemiyordu. 3 Yıl önce kendine tecavüz etmek isteyen adamın tekinin penisini kesmişti o gün kanlar içindeyken Soykana rastlamıştı o günden beri bizimle takılıyor manyağın teki.
Soykan ise 4 yıl önce bu barda bana sarkıntılık yapan adamı döverek komaya sokmuştu. Neredeyse hapse girecekti ki adam şikayetini geri çekmek zorunda kaldı. Soykan ile o gün tanışmıştık. Onun sevdiği insanlar için yapamayacağı şeyin olduğunu sanmıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahın içinden sana
Teen FictionHayatında siyahtan başka renk olmayan bir pisikopatın aşk ile bambaşka bir kişiye dönüşüm hikayesi.