Andrew Rene'in ona gönderdiği defterden rastgele bir sayfa açıp okumaya başladı
'Yanında getirdiği bir kaç misketi dizmişti çemberin ortasına. Yenilmez oluşu tüm kasabadaki çocuklar arasında bir gerçek, değişmez bir kabul noktasıydı.
Elindeki dizdikleri dışındaki miskete, değerlisine; cam gözüne baktı.Gözünü kısıp yere çömeldi.Çevresindeki kendini izleyen onun için büyük, ama minimum olan kalabalığa baktı.Odaklandığı sırada kulaklarına uzaktan ama derinden gelen uğultu çalındı.
Gözünü gezdirdiğinde kimsenin onca gürültü arasında duyamadığını anladı.Telaşla cam gözünü dahi umursamadan ayağa kalktı.Küçük çocukların mızıkçılık yaptığına dair nidalarını duymazdan gelerek çevresine dikkat kesildi.Rahat etmek için seçtikleri kasabadan biraz uzaklıktaki bu mekan onlar için her türlü anıya ev sahipliği yapmış, çocukluğunu kucaklamış, çorak olmaktan çok anılarıyla ıslanmış topraklardı.Şimdi ise tepelerin ardında görülen havaya kalkmış tozlara bir gözlem yeri niteliğindeydi.
Artık sesleri yalnız kendinin duymadığına emindi.Uğultular artmış, tepenin ardından duyulan at seslerine karışmıştı.Çocuklar telaşla birbirlerine koşturuyorlar, durumun ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.Kalbine bir ağırlık çöktü.Anlamıştı küçücük yüreğiyle, başına geleceklerden bi haber bağrışan çocuklara baktı. Koşmalıydı, kasaba çok uzakta dahi değildi. Eli ayağı birbirine dolanmış bir şekilde koşmayı denedi. O sırada arkasından minik adımlarıyla kendisine yetişmeye çalışan Yeri'yi fark etti. Henüz altı yaşındaydı Yeri. Aradaki dört yaşa rağmen Lotus'un yüreğine dokunmuş -annesinden sonra- tek kişiydi. Soğuk ve şeytan diye nitelendirilen Lotus'un yüreğini yumuşatan tek kişi.
"Cam gözü!" diye bağırdı nefes nefese küçük kız.
Adımlarını yavaşlatamış, durmuştu. Arkasını döndüğünde küçük kızın avucunun içinde parlayan miskete baktı. Dönüp hafif çömledi önünde. Ağlamaya başlamıştı, onu ardında bırakacağı için. Yüzünden dökülen damlalara anlam veremeyen küçük kızı inceledi bir süre. Vakit yoktu.Açık olan minik avcu kapatıp sıkıca hapsetti kendi ufak ellerine.Öptü güzelce, önce minik elleri sonra burnundan başlayarak güzel yüzü.
"Kaç güzelim, çok uzaklara koş minik ayaklarınla."
Umutsuzca mırıldanmaya devam etti.
"Sende kalsın cam gözü, geri döneceğim.Söz veriyorum tekrar karşılaşana kadar sen de kalsın.O zamana kadar güzelce sakla söz mü?"
Kendi verdiği söze dahi inanmazken minik olandan tutamayacağını bildiği sözü istedi. Yaşayamayacağını düşündüğü halde -ki ağlayışının en büyük nedeniydi belki de- söz istedi ondan.
Acele bir şekilde kurduğu cümlelerin ardından yanağında hissettiği ıslaklıkla almıştı sözünü.Son kez arkasına baktıktan sonra adımlarını hızlandırmış, olanca gücüyle kaç diye bağırarak koşmaya başlamıştı.
Kasaba merkezine vardığında çoktan geç kalmıştı.Dizlerinin bağının çözülmesine aldırmadan yanan evine daldı. Kanlar içindeki güzel bedene, annesine baktı.Gözleri kuruyana kadar ağladı. Dışarı çıktı. Her yer dumandı.Yavaşça minik bedenini bıraktı evin avlusuna.Kapanıyordu gözleri.Son hissettiği yerden havalanmış bedeniydi.'Ve Andrew yine anlamadı dostunun ne anlatmak istediğini anlamamasına rağmen gözlerinden süzülmüştü yaşlar. Gözünden akan birkaç damla yaşı sildikten sonra defteri kapatıp yastığının altına koydu ve monoton hayatına geri döndü.