Hayatımda o güne dek hiçbir zaman elimdekimin kıymetini bilemedim. Miladımdan önce...
Nereden başlayayım hiç bilmiyorum. Belki en acı kısımdan bahsedersem yerinde olur. En çok pişmanlık duyduğum kısımdan.
Gençliğim dediğim, zaman diliminde, gencim demek için elimde olan tek kanıt biyolojik beden yaşımdı. Aklım hiçbir zaman bir genç kızın aklının olması gereken yerde değildi.
Herkes sağa mı gidiyor? Ben sola gidiyordum.
Herkes yukarıya mı bakıyor? Ben aşağıya bakıyordum.
Herkes hayatını yaşarken ben ölümümü bekliyordum ve bunun farkında bile değildim.
Size sevdiğim bazı şeylerden ve hobilerimden bahsedeyim. Haydar adında bir kedim, hiperaktif bir erkek kardeşim ve iki endişeli ebeveynim vardı. Kitap okumayı ve sessiz filmler izlemeyi, klasik müziği, yağmurlu günlerde evde oturmayı, karlı günlerde evde oturmayı, rüzgarlı günlerde evde oturmayı, güneşli günlerde evde oturmayı severdim. Sükunete bağımlı bir insan olduğumu söyleyebilirdim.
Yollar, caddeler ve sokaklar hiçbir zaman amacım olmadı. Hatta araçtan başka bir şey olmadı benim için. Okul ve ev benim gidebileceğim sınırlı yerlerden ikisi idi. Bu rotanın dışında bir dünya olduğunu hiç hayal etmemiştim. Günler, aylar, yıllar boyunca aynı yoldan hiçbir zaman başka bir yola sapmadım. Ne gereği vardı? Çok saçma değil miydi? Bir yerde bulunursun, çünkü bulunman gerekir. Öyle değil miydi? Hiçbir şey bilmiyormuşum esasında.
O gün okul nedense okul gibi değildi. Bilirsiniz. O günlerden biri idi; soğukların gelişi tüm hocaları hırpalamıştı. Bu yüzden çoğu dersler boş geçiyordu. Sınıfa yağmurda ıslanan kirli kafaların kokusu ve gereksiz muhabbetlerin kuru gürültüsü hakimdi.
Bir grup kız çıkışta Taksim'e gitmeyi planlarken buna Atakan'ı da dahil etmek istiyorlardı. Gelir miydi? Elbette gelirdi. Neden gelirdi ki? Bu kızlar, Atakan'ın yanına hiç de yakışmazdı. O simsiyah fırtınalı denizleri andıran saçları, o kapkara gizemli gözleri... Olamaz.
Bana bakıyorlardı. Aniden bakışlarımı Atakan'dan kaçırdım. Beceriksizce önümdeki kitabı açıp okuyor taklidi yaptım. Yüzümün tüm kısımlarını karton cildin arkasına saklamayı başardığımda kusacakmış gibi çıkan kıkırdaşma ile karışık kahkahalar duydum.
Kafamı kitabın içinden çıkardığımda gerçekten okumaya yeltendim ki yazıların hiçbir şey ifade etmediğini fark ettim, kelimenin tam anlamıyla. Okumayı mı unutmuştum? Disleksi mi olmuştum bir anda. Hayır. Daha kötüsüydü. Kitabı ters tutuyordum. Sınıfın bunu fark etmediğini anladığımda hemen kitabı düzelttim. Atakan dışında kimse fark etmemişti tabii.
Son ders de bittiğinde evime doğru yürümeye koyuldum. Yürüyordum fakat içten içe koşuyordum. Neden evim okulumun yanında değildi? Eğer evim okula yakın olsaydı, bu kadar eziyet çekmezdim. Yani bu yolları tepip bu sokaklardan geçmezdim. Böylece dünyanın en mutsuz insanı olmaya devam edebilirdim.
Defalarca geçtiğim apartmanlar, merhaba ve görüşürüz. Defalarca yürüdüğüm kaldırım taşları, merhaba ve görüşürüz. İlk kez gördüğüm iki apartmanın arasındaki avlunun köşesindeki silüet, merhaba?
Silüet bir kaya yığınına benziyordu. O ışıksız ortamda silüetten hafifçe bir kaç belli belirsiz fısıltı geldi. Daha sonra hastalıklı bir öksürük.
Hava yavaş yavaş kararıyordu umutsuz bir maviliğin son tonları gökyüzünde çırpınıyordu. Etrafta kimse yoktu; ne bir esnaf, ne bir seyyar satıcı. İçimi bir ürperti ve kendi adıma bir endişe sardı. Ve bir daha öksürük. Öksürük iki taşın arasına sıkışmış bir boğazdan geliyormuş gibi çıkmıştı. Ve o sözü duydum;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sokak
FantasyGenç ve asosyal bir kız yıllardır yaşadığı sokakların daha önce hiç görmediği taraflarını öğreniyor.