Okul açılalı 2-3 ay oluyordu. Soojung okulu çok sıkıcı buluyor, resmen ayaklarını sürüyerek okula gidiyordu. Soojung hem okul hayatını hem de okul dışında ki hayatınıda sıkıcı buluyordu. Sıkıcı dışında iğrençti, yaşanabilecel gibi değildi. Evde annesi ile babasının arasındaki geçimsizlikten evde sürekli kavga oluyordu. Babasının hayatında bir kadın olmasına rağmen Soojung'un annesi boşanmamak için direniyordu. Soojung bazen şaşırıyordu annesi ile babasının bu kadar uzun yıl boyunca beraber olmalarına. Çünkü babası oldukça çapkın bir adamdı denilebilir. Evin tek kızıydı Soojung. Yani şimdilik tabii. Ablası Soojung'tan 6 yaş büyüktü. Ablası hayallerinin peşinde Amerika'ya gitmişti. Onun eksikliğimi çok görüyordu... Soojung ablasının yerinde olmayı çok isterdi ki ablası buralardan kurtulmuştu. Soojung evin tek kızı olmanın vermiş olduğu histen dolayı eve geldikten sonra hizmetli ablaya yardım ediyordu. Sonrasında ders çalışıyordu tabii. Hizmetli abla istemese de Soojung hep ona yardım ediyordu. Soojung yardımsever, merhametli biriydi. O ablanın o kadar yorulmasını görmek istemiyordu. Hizmetli abla -ismi HaNa- Soojung'un beline kadar salınan saçlarını çok seviyordu. Hoş HaNa abla Soojung'u da çok severdi. Soojung sessiz sakin biriydi. Kendinden başka kimseye zararı olmamıştır. Soojung 1-2 hafta önce saçlarına bir anda çenesine kadar kestirmişti. Sebep belirtmeden. Sadece istediğini söyleyip geçiştiriyordu. Soojung annesinden ve babasından göremediği ilgiyi başkalarından bekliyordu. Bir kaç arkadaşı ve HaNa abla dışında kimse ona ilgi göstermezdi. Zaten moral bozukluğunun genel sebebi de buydu. Kimse Soojung'a bakmıyordu. Soojung'un tek isteği vardı. O da istediği gibi birini bulup onu gerçekten sevmesiydi. Arkadaşları vardı tabii. Hatta Soojung okulda oldukça tanınan biriydi. Fakat soğuk görünüşü okuldaki birkaç erkek dışında kimseyi çekmiyordu. Soojung'un aklında bazen kendisinin kızlardan hoşlanıyor olabiliyor diye düşünceler oluşuyordu. Çünkü Soojung hiçbir erkeğe karşı bir şey hissetmemişti.
Soojung alarmı çalmadan uyanmıştı bı sefer. Yastığının yanından telefonunu alıp baktı. Alarmın çalmasına daha vardı oysaki. Soojung normalde uyanamadığından çoklu alarmlar kurardı.
Telefonuna gelen mesajları kontrol etmeye koyuldu Soojung. Geceden arkadaşları ona bir şeyler yazıp yollamıştı. Onları cevaplayıp yataktan kaltı. Mutfağa ilerledi yavaştan. Belki bir şeyler atıştırabilirdi. Dolabın kapağını açıp biraz bakındıktan sonra kendine göre bir şey bulamadığından dolabin kapağını geri kapadı. Odasına geri döndüğünde; saçlarını, makyajını yaptı, çantasını hazırladı ve giyindi. O sırada yakın arkadaşı SunYoung, Soojung'u aradı. SunYoung bunu hep yapardı, Soojung'un uyananamasından korktuğu için. Soojung telefonu açıp kısa rutin konuşmadan sonra telefon kapatıldı. Soojung sevdiği parfümüde sıktıktan sonra evden çıktı. Servisle gitmeyi sevmediğinden servisden yine kaçtı. Okula erken gidip SunYoung ile erkenden buluşmak istiyordu. Her sabah mutlaka kahvelerini içerlerdi. Soojung minibüse binip gitmesi gereken, SunYoung'un evinin önüne, gelmesini bekledi. Serviste hep aynı insanları görmek çok sıkıcıydı.
Minibüs hızlı gelmişti. Soojung minibüsten inip SunYoung'un evinin önüne gitti. SunYoung onu bekliyordu zaten. SunYoung'un evi okula yakın olduğundan, SunYoung okula yürüyerek gidip geliyordu. SunYoung Soojung'u gördüğünde ona sıkıca sarılıp dalgalı saçın ona çok yakıştığını söyledi. Soojung gülümseyip SunYoung'un koluna girdi ve okula doğru yürümeye başladılar. Yürürken hep birbirlerine bir şeyler anlatığ dedikodu yaptılar. Arada tatlı tatlı gülüşüyorlardı.
Okula girdiklerinde ilk olarak sınıfa çıkıp çantalarını bırakmaları gerekirdi. Sonra kantine inip kahvelerini alabilirlerdi. SunYoung ve Soojung sınıfa girdiklerinde, sınıfta SunYoung'un hoşlandığı çocuk vardı. Bu Chen. Chen'de Soojung'a karşı boş değildi tabii. Sürekli konuşurlardı. SunYoung sınıftakilere,
"Günaydın!"
dedi ve Chen'in yanına gitti. Chen onu her haliyle beğenirdi. Fakat SunYoung hafif ciddi, nerede gülmesi gerektiğini bilen biriydi ve onunla iken bu özelliğini daha belirginleştirmeye çalışırdı. Ona okulun spor salonun önünde oluşan kalabalın sebebini soracaktı. Büyük bir ihtimal bilebilirdi. SunYoung hoş bir ses tonuyla,
"Spor salonunun önü kalabalık gözüküyordu. Neden, biliyor musun?"
"Basketbol turnuvası olması lazım, Başka okulun basketbol takımı ile bizim okulun baaketbol takımı."
"Anladım. Ha, bu arada biz Soojung ile kantine iniyoruz. Gelmek ister misin?"
"Gelsem iyi olacak, sıkılmıştım..."
Luna ile birbirlerine gülümseyip sıradan kalktılar ve Soojung'un yanına gittiler. Soojung onları izlemeyi çok severdi. Chen, Soojung'un saçlarını beğemdiğini söyledi. Soojung kocaman gülümsemesiyle teşekkür etti.
Kantine iniyorlardı, birbirleriyle konuşurken. Ders zilinin çalmasına 9-10 dakika vardı. Bu sabah kahvelerini Chen almakta ısrarlıydı ve Chen'in dediği oldu. Chen kızlara kahvelerini alıp yukarı çıkardı. Sınıfta oturup diğer arkadaşlarının gelmesini beklerken konuşmaya devam ettiler.
Kısa sürede sınıfın eksikleri Chanyeol, Baekhyun, John ve Ten sınıfa girdiler. Fakat sınıfın tek eksiği kalmıştı, Xiumin. Chen'in en yakın arkadaşıdır kendisi. Gelenler Soojung, SunYoung ve Chen'i selamlayıp yerlerine oturdular. John ve Ten sınıfa yine el ele girmişlerdi. Herkes onları tatlı bir şekilde kıskanırdı.
Ders zili çalmıştı. Ders İngilizceydi. Okulun en güzel, en havalısı Stephanie Hoca bu derse sahipti. Bu sınıfıda oldukça severdi. Yeri geldiğinde öğrencilerini dinler, dert ortağı olurdu.
Stephanie Hoca derse girip öğrencilerini selamlayıp oturmalarını işaret ettikten sonra kendisi de yerine oturdu.
Dersin ortaları kapıyı biri tıklattı ve kapıyı açtı, içeri girdi. Bu bir nöbetçi öğrenciydi. Duyurusu olduğunu söyledi ve duyuru şöyleydi,
"Diğer ders saatinde basketbol turnuvası var. Tüm öğrencilerin spor salonunda bulunması gerekmektedir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Takım Yıldızı || KRYBER
Short Story"Bundan öncesi seni okulda hiç görmedim." Soojung kimseden hoşlanmamıştı, yakışıklıyı görene kadar...