Dorothy'yi uyandıran sarsıntı o kadar ani ve güçlüydü ki, yatakta olmasaydı yaralanabilirdi... Gıcırtı, nefesini tutup neler olduğunu merak etmesine sebep oldu, Toto küçük, soğuk burnunu yüzüne bastırmış ümitsizce inliyordu. Dorothy doğruldu ve evin artık hareket etmediğini fark etti, karanlık da değildi, parlak güneş ışığı pencereden girerek odanın içini aydınlatıyordu. Yataktan fırladı ve Toto ile birlikte koşup kapıyı açtı.Küçük kız etrafına baktı ve şaşkınlıktan çığlık attı, gördüğü harika manzara karşısında gözlerini kocaman açmıştı.Kasırga, evi inanılmaz güzellikteki bir bölgeye, nazikçe -bir kasırgaya göre indirmişti.Her tarafta ağızları sulandıran meyvelerle dolu uzun ağaçlar ve yemyeşil çimenler vardı. Parlak çiçek tarhları, çalılar vardı ve ağaçların dallarında nadir rastlanan parlak tüylü kuşlar şakıyordu. Yeşil kıyıları arasından akan parlak bir dere, uzun süre kurak, gri çayırlıklarda yaşayan bu kıza hafifçe mırıldanıyordu.Bu yabancı ve güzel manzaraya bakarken şimdiye dek gördüğü en tuhaf insan topluluğunun ona doğru yaklaşmakta olduğunu fark etti. Alışkın olduğu büyüklere benzemiyorlardı, ama çok küçük de sayılmazlardı. Aslında boyları,yaşına göre iri olan Dorothy kadar olsa da, ondan çok daha yaşlıydılar.Üçü erkek biri kadındı ve hepsi de garip bir biçimde giyinmişlerdi. Otuz santim uzunluğunda, sivri uçlu ve yuvarlak kenarlarında hareket ettiklerinde şıngırdayan ziller olan şapkalar takıyorlardı. Erkeklerin şapkaları maviydi,kadının şapkası beyazdı ve omuzlarından örgüler halinde sarkan beyaz bir elbise giyiyordu, üzerinde güneş ışınlarıyla elmas gibi parıldayan küçük yıldızlar vardı. Erkeklerin giysileri şapkalarıyla aynı tonda maviydi ve konçlarında mavi şeritler olan iyi cilalanmış botları vardı. Erkeklerin ikisi sakallı olduğundan, Dorothy onların Henry Enişte ile aynı yaşlarda olduklarını tahmin etti. Ama küçük kadının çok daha yaşlı olduğu belliydi: yüzü kırışıklıklarla doluydu, saçları neredeyse bembeyazdı ve zorlanarak yürüyordu. Dorothy'nin kapısında dikildiği eve yaklaşıp durduklarında korkmuş gibi görünüyorlardı, kendi aralarında fısıldaşmaya başladılar. Yine de küçük yaşlı kadın Dorothy'ye doğru yürüdü, eğilerek selamladı ve tatlı bir sesle şöyle dedi:
"Kıtırsoyların Diyarı'na hoş geldin, asil büyücü. Doğu'nun Kötü Cadısı'nı öldürdüğün ve insanlarımızı esaretten kurtardığın için sana minnettarız."
Dorothy bu konuşmayı merakla dinledi. Bu küçük kadın ona büyücü diye hitap ederken ve Doğu'nun Kötü Cadısı'nı öldürdüğünü söylerken ne demek istiyor olabilirdi? Dorothy bir kasırga tarafından evinden kilometrelerce uzağa atılmış, masum, zararsız, küçük bir kızdı, ve hayatı boyunca bir karıncayı bile incitmemişti. Ama küçük kadının bir yanıt beklediği açıktı, bu yüzden Dorothy duraksayarak şöyle dedi:
"Çok naziksiniz, ama bir yanlışlık olmalı. Ben hiç kimseyi öldürmedim."
"O zaman evin öldürdü, bu da aynı şey sayılır. Bak!" dedi küçük yaşlı kadın gülerek ve evin köşesini göstererek devam etti, "Tahtanın altından çıkan iki ayak parmağı orada."
"Ah, Tanrım! Ah, Tanrım!" diye bağırdı Dorothy, şaşkınlıktan ellerini çırpıyordu,
"Ev üstüne düşmüş olmalı. Ne yapmalıyız?"
"Yapılacak bir şey yok," dedi yaşlı kadın, sakince. "Ama kimdi o?" diye sordu Dorothy.
"Söylediğim gibi, Doğu'nun Kötü Cadısı'ydı," diye yanıtladı küçük kadın.
"Bütün Kıtırsoyları yıllardır esaret altında tutuyor ve gece gündüz çalıştırıyordu.
Şimdi hepsi serbest ve yaptığın bu iyilikten dolayı sana minnet duyuyorlar."