ADALET

53 3 0
                                    

   Derin bir nefes alıp, yavaşça gözlerini araladı. Pencereden gelen gürültülü otomobil sesleri bugün de tam hızında devam ediyordu. Hafifçe yatağından doğruldu. Ayağa kalkarken yatağının köşesinde ki sehpadan yardım aldı. Odasında bulunan küçük penceresine doğru ilerledi. Yavaş ve umutsuzca perdeyi araladı. Ne yapmalıydı? Perde aralanmıştı ama onun için değişen hiçbir şey yoktu.

     Karanlık, her gün olduğu gibi bugünde hayatı zifiri karanlıktı. Dünya nasıl bir yerdi? Bu soruyu her gün defalarca kendine soruyordu. Yanıtlar her zaman yetersizdi. Karmakarışık zihni sadece soru yığınıyla doluydu ve cevaplarsa firarda... O gözleri görmeyen güçsüz, çaresiz sıradan bir kızdı.

 Odasında küçük bir ayna vardı. Her sabah bıkmadan o aynanın karşısında durur, saçlarını tarardı. Hani dururdu durmasına ama kendisini göremezdi bir türlü. Merak ediyordu. Yüzü nasıldı? Gözleri, dudakları, burnu. Annesinin anlattığı kadar güzel miydi? Belki de annesi şuanda yanında olsaydı ona sorabilirdi.

  Bu gün tam olarak beş yıl olmuştu. Annesinin ölümünün üzerinden 5 yıl geçmişti. Ne çok özlemişti oysa onu. Ona kocaman sarılıp kokusunu içine çekmeyi. Onun sesini duymayı nasılda özlemişti. Benim canım kızım demesini. Sonra elini sımsıkı tutup ona güçlü olmasını söylediği zamanları. Şimdiyse her saniye biraz daha yalnız hissediyordu kendisini.

  Pencereden uzaklaştı. Aksi takdirde geç kalabilirdi. Elleriyle önünü kontrol ederek ilerledi. “Nerede bu lanet değnek.” sinirleri bu sabah daha bir gergindi sanki. Yatağın yanına gelince kenara sıkışmış değneğini sıkıca tuttu ve çekti. “İşte buradasın” dedi. Üzerindeki kirli kıyafetleri çıkardı. Gardırobunda bulunan birkaç çamaşırın içinden temiz olduğunu ümit ettiği bir elbise seçti. Hazırlanıp değneği yardımıyla kapıya doğru ilerledi. Anahtarlarını alıp evden çıkacağı sırada önceden hazırladığı çiçekleri geldi aklına. Eline aldığı çiçekleri koklayarak “Az kalsın unutuyordum” dedi.

   Evden dışarı adımını atar atmaz büyük bir gürültü karmaşası içerisinde hissetti kendini. İnsanların bütün gün dillerinde gezen argo kelimeler havada uçuşuyordu. Yeni açılmış bir alışveriş merkezi sloganları ve aynı zamanda arka planda çalan gürültülü şarkılar rahatsız ediciydi. Dahası arabaların çıkardıkları korna seslerini saymamak mümkün değildi.

   Cesur görünmeye çalışsa da sokaklardan ve yaşamı boyunca mahkûm olduğu karanlıktan çok korkuyordu. Karanlıkta uyumaktan korkan küçük çocuklar gibiydi fakat onun tek farkı sadece geceleri değil her saniye bu korkuyu hissediyor olmasıydı. Onun için gökyüzü, deniz, yağmur, ağaçlar, çiçekler siyahtı. Dünyası tamamen simsiyahtı.

   Daha önce çoğu kez geçtiği yollardan bugün tekrar geçiyordu. Parktan geçerken çocukların sesleri olabildiğince çevreye dağılıyordu. Az ileride yeni çıkmış çıtır ekmek kokusu havayla teneffüs ediyordu. Uzun zamandır özlem duyduğu bu kokuyu ciğerlerine kadar doldurdu. Aynı zamanda kalbine de depoladığı bu koku belki birkaç gün mutlu olması için yeterliydi. Adımlarını olabildiğince hızlandırdı. Yeni yapımda olan yollar yürürken güçlük çekmesine neden oluyordu. Küçük boşluklara takılıp arada öne doğru sendeliyordu. Elinde tuttuğu değneği de olmasa ne yapardı bilmiyordu.

    İlerlerken büyük bir insan kalabalığının arasından zorla da olsa geçmeyi başardı. Yanından geçmekte olan iki kızın konuşmalarına kulak misafiri oldu. Biri yılsonunda giyeceği elbisenin rengini beğenmediğini söylerken diğeri ise ona çok yakıştığını anlatmaya çalışıyordu. O anda içinde anlam veremediği bir nefretin filizlendiğini hissetti birden. "keşke" dedi kendi kendine "o renkleri bir de ben görebilseydim.". Düşüncelerini geride bırakıp ilerlemeye devam etti. İlerledikçe sessiz sokaklara adım attığını biliyordu. Bu sokaklar hüsran ve gözyaşlarına bizzat şahit olan sokaklardı. Her karışı yalnızlığını yüzüne vuruyordu sanki. Havada esen yellerin bile kokusu farklıydı. Bir gün bu yolları bir başkası geçecekti belki onun için. Oysa o annesi için geçiyordu şimdi bu sokaklardan. Geçtiği bu yollar annesinin kokusuna açılan odalar misaliydi. O ise bu odalarda koşuşturan küçük kız. Evet! O küçük kız büyümüştü şimdi. Bir sene daha büyümüştü annesizlikle. Bir sene daha tek başına, çaresizce.

   Derken sonunda varmak istediği annesinin cennetine varmıştı. Cennet nasıl bir yerdi bilmiyordu ama o annesinin kokusunun bulunduğu her yeri cennet sayardı. Sadece o çok sevdiği kokuyu takip etmesi yeterliydi. Zira içinde yanan hasreti giderek daha çok büyüyordu. Ezberlediği bu yollar ve son kapı, işte orada annesinin güzel kokulu mezarı.

  Biricik annesinin mezarına yavaşça ilerledi. Hemen yanına oturdu toprağın. Üzerinde usul usul gezdirdi parmaklarını. Bir avuç toprak aldı ve cebine koydu yaramaz çocuklar gibi. Annesinden bir parça daha ayırmıştı kendisine. Ardından usul usul inci taneleri döküldü gözlerinden. Annesin yanına uzandı. Mühürlediği ağzını bugün tekrar serbest bıraktı.

 "Bak anne! Ben geldim...

  Senin küçük kızın. Ne kadarda büyümüşüm değil mi? Nasıl olduğumu sormayacak mısın? Ben... Ben çok kötüyüm annem. Seni her geçen gün daha çok özlüyorum. Bak anne! Bu çiçekler senin için. Ben büyüttüm onları. Güzeller değil mi? Söylesene anne bu çiçekler ne renk? Peki! Görüntüleri nasıl? Biliyor musun? Onlar benim dert ortaklarım. Her gün seni anlattım bıkmadan. Çiçekler konuşur mu anne?

   Korkuyorum anne. Senin yokluğunda bu karanlık daha bir sessiz. Sensiz buralarda sabah olmuyor. Senin ışık tuttuğun bu yollar artık zifiri karanlık. Her sabah bakıyorum küçük penceremden. Gözlerim görmüyor olabilir ama olsun belki senin sesini duyar, kokunu hissederim. Yollarını gözlüyorum bıkmadan usanmadan. Sonra çok ağlıyorum anne. Sen ağlamama dayanamazdın. Bense senin yokluğuna dayanamıyorum. Ölümünü kabullenemiyorum bir türlü. Nerelerdesin şimdi? Peki! Sana çarpıp kaçan o adam nerede? Belki şuan da çok mutludur. Belki de bir yerlerde bir başkasına aynı acıyı yaşatıyordur. Ölümü bekliyorum anne. Sana kavuşmayı bekliyorum. 

  Hani hep anlatırdın her yağmur damlasını taşıyan bir melek vardı. Yağmurları biriktiriyorum anne. O meleklerin içinde sende var mısın merak ediyorum. Gökyüzüne bakıyorum durmadan. Ellerimi uzatıyorum tutman için. Sonra rüyalarıma çağırıyorum seni. Neden gelmiyorsun anne? Bugün gel olur mu? Sana sarılarak uyumak istiyorum. Bu gece bana sarılır mısın anne?"

  O gece sabaha kadar sarıldı annesine. Mahrum bırakıldığı kokuyu doyasıya içine çekti. Şuan annesin yanında olmasını ne çok isterdi. Ona adaletten bahsediliyordu. Oysa “Adalet” sözcüğü onun hiç bilmediği bir sözcüktü. Dünyanın adaletsizliğine örnekti onun yaşadıkları. Belki adalet vardı ama o bilmiyordu. Adalet kimileri için bu dünyada kimileri içinse bir başkasındaydı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 21, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ADALETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin