Alnımdan akan soğuk terle uyandım yine. Aynı rüya. Her gün ama her gün aynısı. Düşüncelerim, korkularım nefes almamı engelliyor. Her geçen gün gücümün tükendiğini ve arttığını hissediyorum. Birbirine bu kadar zıt olan düşünceler zihnimi her zamankinden daha fazla yoruyor. Ağlamak istiyorum. Bir nedenin olup olmadığı önemli değil, yalnızca ağlamak istiyorum. Ağlayarak acılarımı dindirmek istiyorum yada buna inandığım için ağlamak istiyorum.Gerçekten anlamıyorum. Neden bu kadar boş bir dünyada her gün acı çekerek yaşıyorum? İnsanlar , onlardan gerçekten nefret ediyorum. Hayır! İnsanlar değil sanırım ben sadece kendimden nefret ediyorum...
Düşünceler beynimi kemirirken biran olsun bu düşüncelerden sıyrıldım. Pencereye yaklaşıp perdeyi araladım. Hava hala karanlıktı. Sabah olduğunu düşünmüştüm. Yatağıma oturup saate baktım. Henüz çok erkendi. 'Sanırım uyumalıyım. Acı veren bir güne hazırlık için biraz olsun yorgunluğumu atmam gerek.' diye düşündüm. Sabah doğru en azından bir, iki saat uyuyabilmiştim. Ayağa kalkıp salona doğru yürümeye başladım. Masaya yaklaştığım sırada üzerindeki kalemin yere düştüğünü fark ettim. Yere eğilip kalemi alacakken arkamda bir şeyin hareket ettiğini hissettim. Bir anlık endişeye kapıldım. Yavaşça yaklaştığını hissedebiliyordum. Benim kendisine dönmemi beklemeden yavaşça elini kaldırdı. Omzuma dokunmak üzereyken yüzümde oluşan korkuyu bir kenara bırakıp, sinirli aynı zamanda hızlı bir atakla elini tutup döndüm. O an korkumun da sinirimin de ne kadar yersiz olduğunun farkına vardım. Bu David amcaydı.
David amca dudaklarını bükerek konuşmaya başladı:
"Ahhh sadece biraz korkutmak istemiştim. Ama her seferinde hissetmen sinir bozucu.". Onun bu hali beni biraz olsun güldürdü. Ona karşılık bende dudaklarımı bükerek yanıt verdim.
"Aslında fark etsem de korktum. Korkudan ölmemi filan mı istiyorsun." Bu sözüm yüzünün değişmesine sebep oldu birden. Fakat bu fazla sürmedi. Yavaşça elini omzuma koyup:
"Ölümün benim elimden olacak. Ne şanslı kızsın sen" dedi ve koşar adımlarla mutfağa kaçtı. Gerisindeyse sadece gülme seslerini bırakarak.
"Ya ne demezsin." diye bağırdım ardından fakat pek duyduğunu sanmam. O her zaman beni nasıl mutlu edeceğini biliyor. "Sanırım artık kahvaltıya gitmem gerekiyor.". Mutfağa ilerlemek üzereydim ki kolyenin boynumda olmadığını fark ettim. Odama koştum. Uyurken boynumdan çıkmış olmalıydı. Yatağın üzerinde görünce derin bir oh çektim. "Şimdi gerçekten kahvaltımı yapabilirim.". Mutfağa girdim. Kahvaltımı yapıp okul kıyafetlerimi giyindim. Lise son sınıftım. Fakat buraya henüz yeni taşınmıştık. bir iki haftadır düzeni sağlamaya çalışıyorduk. Tek sorunsa benim ikinci dönem okula başlamamdı. Aslında okula gitmeyi istemiyordum fakat amcam okula gitmem konusunda ufak (!) bir nutuk çekti. Onun sözlerine karşı gelmek istemiyordum. O benim için çok değerli. Ama daha önce yaşananlar okulda olanlar nefretimi kat ve kat arttırıyor.
- Geçmiş -
Küçüklüğümde okul lafı her zaman yüzümde koca bir sırıtışa neden olurdu. Henüz 4 yaşındayken insanları çatı katındaki küçük pencereden izler, orayı hep merak ederdim. Okula giderken ki hüzünlerinin tersine çıkarken yaşadıkları mutluluk görülmeye değerdi. Hatta annelerinin kollarından çekiştire çekiştire zorla götürdükleri çocuklar bile vardı. Küçük çocukların salya sümük ağlamaları, büyük çocuklarınsa telaşlı okula geç kalma alışkanlıkları. Bütün bunlar benim en büyük eğlence kaynağımdı. O zamanlar ailem dışarı çıkmama izin vermezlerdi. Nedenini bilmesem de dışarısının ve insanların benim için çok tehlikeli olduğunu söylerlerdi. Ama asıl benim onlar için tehlikeli olduğumu hiçbir zaman söylemediler. Bu yüzden odamın küçük penceresinden onların ne kadar eğlendiklerini düşünüp hep merak ederdim okulu.