fishdom

847 60 30
                                    

Pek kimsenin desteklemediği, ama bana göre harika bir hikayem var. Şimdilik nerden başlayacağımı bilemesem de, galiba en başından başlamak biraz daha kolaylaştıracak her şeyi. Oh, unutmadan söylemeliyim ki üç yaşımın sonlarına kadar anlatacağım şeylerde tamamen Shin annenin sözlerini kopyalayacağım, doğrusuyla yanlışıyla.

Daha ben el kadar bebekken (her anlattığında o küçük, buruşuk avcunu hep öne uzatıyordu) kapının önünde bulmuş beni. Kışmış, hatta Ocak aylarının sonuymuş. Çok çirkinmişim, çok da karaymışım. Gözlerim sulu suluymuş, birkaç battaniye ve kimlik dışında hiçbir şeyim yokmuş. Annemi babamı bulmaya çalışmışlar; bulmuşlar da. Tam olarak onları değil, mezarlarını bulmuşlar. Biyolojik babam daha ben fetüscükken ölmüş. Annem ise, beni doğurmuş, birkaç gün bakabilmiş, öleceğini mi hissetti ne yaptıysa güzel yürekli kadın, beni şu anda kaldığım evin kapısına bırakmış ve sağlık ocağının tekinde meleklere teslim olmuş. Nedendir bilmem ona anne demeyi pek sevmiyorum, küçüklüğümden beri bana bakan Shin anneme demek varken o güzel kelimeyi, o hak etmiyor gibi geliyor. Neyse efendim, asıl koca yürekli kadın, biraz uğraşmış bir yakınımı bulmak için ama vazgeçmiş sonra, bana Dongieciğimle birlikte ana babalık etmişler. Kendi oğulları vardı bir de, Chanyeol adı, ilk ona şakasına sormuşlar, daha iki buçuk yaşındaymış o zaman gerçi ama dil pabuçmuş. 'Chanyeol,' demişler, 'bu kara kuru çirkinin abisi olur musun?' Chanyeol bir bakmış bana, Shin annem pek güzel taklit ediyor, açmış koca koca gözlerini, azıcık koklamış, kokuyu beğenince o dolma parmaklarını o zamanlar şişko olan yanaklarıma bastırmış, kıkır kıkır bir gülüşü var diyor Dongieciğim, 'Olurum,' demiş o vakitlerki şişko Chanyeol. Bu kısma her defasında şaşarım, Chanyeol beni kabul etti ama kesin gece öldürmüştür ben de kendimin bir kopyasıyım diye düşündüğüm var kaç sefer ama yirmi üç yaşındayım, kopya değilim ve yaşadığıma bakarsak beni öldürmemiş. Eh efendim, ben ondan sonra Chanyeol'ün kara kuru çirkin kardeşi olmuşum, kendisi beni pek sevmiş, öyle sevmiş ki daha ben beş aylıkken edepsiz sapığım, dudaklarımın müptelası olmuş. İlk öpücüklerimi daha benim dünyadan haberim yokken çalıvermiş işte. Büyüdükçe edepsizlikleri azalmış azalmasına da bana müptelalığı artmış. O üç yaşına girdiğinde ben dokuz ayımı mı ne dolduruyormuşum, tek tük kelimeler çıkıyormuş ağzımdan. Shin annem ile Dongieciğim sevemez olmuşlar beni, huysuz Chanyeol vermezmiş beni kimseye. İlk söylediğim kelime onun adı olmuş, sonra Dongie demişim. Yine de ilk söylediğim kelimeyi babacığım olan Dongiem Dong olarak kabul etmiş. Shin annem anlatırken pek gülmüştü, ben Chanyeol dedikçe Dongieciğim homur homur ötermiş, yine de sorana 'İlk benim adımı söyledi,' deyip dururmuş. Benim kutladığım ve fotoğraflardan hayal meyal hatırladığım ilk doğum günümde, fotoğraflarda hep yanıbaşımda gördüm ikisini. Chanyeol korumacı korumacı sarılmıştı bana, yüzü kameraya değil bana dönüktü tüm fotoğraflarda. Bunu Shin anneme değil de Dongieciğime sordum, bana verdiği cevap tatmin etti beni. 'Seni hep çok sevdi o, herkesten sakınmak istedi. Sen uyuyunca başında durup seni izlerdi, iyi sevildin daha kafan avuç içim kadarken.' Sonra işte, ben azıcık daha büyümüşüm, yürür konuşur olmuşum. Paytak paytak yürürken Chanyeol parklara beni de peşinde götürmüş, sallamış, hiçbir yerimde bir çizik olmadan eve geri getirmiş. Elimi de hiç bırakmamış ha, hep tutmuş. Zaman zaman benimle konuşurken ona doğru düzgün olmasa da cevap verdiğimde daha bir neşeli olduğunu da çaldılar kulağıma, ama asla bu konuda dalga geçmedim. Zaten o da bildiğimi bilmiyor olacak ki ne utandı ne de söyledi bunu bana.

Böyle büyüdük işte, şimdi gelgelelim Shin annemle benim hatırladıklarımızı birleştirip doğruladığımız zamana. Bu muhtemelen üç-dört yaşımdan sonrası, bazı bulanık anıların yanında fazlasıyla net anılarım da var çünkü. Mesela, gece vakti tüm ışıkları parıl parıl parlayan bir lunaparkı en tepeden gördüğüm tamamen var aklımda. Chanyeol yanımda oturmuş, dışarısı yerine başını kucağıma koyarak tersten yüzümü izliyordu. Buraya kadar tamamen netti, o arada bir de öpücük vardı ama kelimeleri silikti. Keşke hatırlayabilsem diye düşünürüm hala ama kimseye dillendirmedim. Öyle ki, sorduğum an benimle ilgili her şeyi ezbere bilen, kelimelerimin yanlış telaffuz ettiklerimi dahi aklında tutan Chanyeol bana orda konuştuklarımızı anlatırdı ama sormadım da ona, içimde bin bir meraklı kurtçukla yaşamaya devam ettim. Hala daha da yaşıyorum ve kesinlikle bunu bana biri söyleyene kadar da sormayacağım. Evet işte, gelgelelim hatırladığım diğer bir net anıya. Salya sümük gözyaşı ağladığımı iyi hatırlıyorum, yirmi üç yıldır yaşadığımız bu evin kapısındayım hatta, o zamanlar toplasan beş-altı yaşımdayımdır. Yanımda Dongieciğim var, karşımda Chanyeol. O da o zamanlar sekiz yaşında mı ne. Sırtında kocaman bir çanta var, kendinden büyük ama taşıyabiliyor. Koca ağzı koca kulaklarına ulaşmış ama ağlamış da. Ellerimi sımsıkı tutmuş, üzerlerini bir güzel öpücüklemiş ve beni öldürecek kadar sımsıkı sarılmış; anılar listemde baya net bunlar da. Burdaki kelimeleri de net, 'Çok çirkin oldun be ufaklık, sevmeyeceğim seni,' diyor mesela gülerek. Ama bana ne tabii, omuzlarımı çıkarmak ister gibi silkip tutunuyorum ona. 'İki elindeki parmaklarının hepsi bir gün olsun, o parmaklar bittiğinde geleceğim,' diyor sonra. Beni niye ikna etti o saçma şey bilmem ama baya ağlamamı falan durduruyor, ağzım yüzüm birbirine girmiş ama beni ağlarken eğrilmiş dudaklarımdan öpüp el sallayarak gidiyor. Sonradan öğrendiğime göre Chanyeol okul gezisi için Busan'a gitmiş o gün, bir hafta dolmadan da hasta numarası yaparak geri dönmüş. Neden öyle bir şey yaptığını aklım azıcık ermeye başladığında sordum ona, 'Gezeceğimiz yeri gezmiştik, boş boş dolaşacaktık kalan günlerde, ne gerek vardı,' dedi bana. Ama Shin anneme demiş ki, 'Çok ağlardı on gün sonra gelsem, ağlasın istemedim, ağlayınca çok yoruluyor, hasta oluyor.' Shin annem bunları bana anlatırken kıs kıs gülüyordu tepemde, kendisi ne kadar büyürsem büyüyeyim beni dizine yatırmaktan pek hoşlanır; bunları da hep dizine yatırarak, saçlarımı severek anlatır bana. Eh işte, başka bir anıya geçelim şimdi. Okula yeni başlamışım, Chanyeol'süz geçen kreş maceralarım yüzünden korkuluyum. İlk gün ben Dongieciğimin işaret parmağını sımsıkı tutarken üçüncü sınıfa başlayan Chanyeol de ufacık elimi avuçlarına kapatmış bana sözsüz destek uyguluyordu. Boyu benden uzundu ya, 'Ben seni korurum okulda,' moduna girmişti. Okulun içine girip Dongieciğimle ayrıldığımızda da beni bırakmadı ha, sınıfa kadar götürdü. 'Ufaklık, öğretmenin haricinde kimseyle konuşma. Ben her teneffüs yanına geleceğim,' dedi bir de. Kimseyle konuşmadım, o da her teneffüs yanıma geldi. Bazen kendi arkadaşlarıyla gelirdi yanıma, onun arkadaşları benim de arkadaşım olduğundan birinci sınıfların uzak durduğu ama en zeki çocuğu olmuştum. Evde Chanyeol beni çalıştırıyordu, okulda da dersleri iyi dinliyor ve teneffüste o ve arkadaşlarıyla sıradaki konuya çalışıyordum. Shin annem ve Dongieciğim hep gurur duydular benimle, iyi ki bana ana babalık yaptıklarını söyleyip dururlar hala daha. Neyse efendim, bu okul maceram hep Chanyeol'le birlikte sürmedi, o bir üst öğretime başladığında ben üçüncü sınıfa başlamıştım. Chanyeol karşı sokaktaki okuldaydı, öğlen yemeği aralarında yanıma geliyordu sadece. Üçüncü sınıfın tüm konularını birlikte halletmiştik, derslerde ve teneffüslerde ya uyuyor ya da masal kitaplarını okuyordum. Bazen hiç arkadaşım olmadığından kötü hissediyordum ama Chanyeol de izin vermiyordu ki biriyle konuşmama, onu unuturum sanıyormuş. 'Ufaklık, zaten bir buçuk yıl sonra benimle aynı okulda olacaksın, orda ben en güvendiğim kişiyle arkadaş yapacağım seni,' diyordu bana. Böyle böyle ben okulu bitirdim ve onun okuluna geçtim. Tam da dediği gibi yaptı, arkadaşlarından birinin kardeşiyle arkadaş oldum. Her teneffüs yine yanıma geldiler, hiç eğlenmediğim kadar eğlendim. Ve yine Chanyeol beni çalıştırdı, başarılı bir öğrenci olmaya devam ettim. Gurur duyuldum, asla eziklik duymadım. Herhalde on bir yaşlarımda falandım, okula Chanyeol'le el ele gidip geliyordum. Dongieciğim ve Shin annemin hiç derdi yoktu, mutlulardı baya. Sorun işte şimdi başlıyordu benim için. Chanyeol liseye başlıyordu ve unutulma korkusu her bir yanımı sardığından geceleri uyuyamaz olmuştum. Yaz tatiliydi, üzerimde boğucu havadan musdarip olmayayım diye incecik bir tişört ve bir pijama altı vardı ayaklarım altında sürünen. Geceleri uyuyamadığımdan öğlene kadar yatakta kıvranıyordum, iki günde bir banyo yaptığımda üzerimi değiştiriyordum, Chanyeol'ü görmemek için yemeğe inmiyordum çünkü Chanyeol beni kötü etkilemeye başlamıştı. Tanrım, sadece on üç yaşındaydım, ama kızlar gibi saçma salak ergenlik depresyonlarına giriyordum. Ama bir gün, Chanyeol fark etti. Odalarımız ayrıydı, sadece ben onun odasına girerdim, o benim odama Shin anne çamaşırlarımızı karıştırmadığı sürece girmezdi; sonuçta ufacık bir odaydı ve dip dibe durmak zorunda kalıyorduk. O aşırı sıcak ve nemli yaz gününde, temmuzun on dördüydü, benden farksız giyinişiyle yanıma geldi. Shin anne çamaşırlarımızı karıştırmamıştı, kış değildi, en sıcak oda benim odam olurdu, ısınmaya ihtiyacı yoktu. Çekine çekine yanıma geldi, ona sırtım dönüktü, yatağın kenarına oturdu ve sırtını başlığa yaslayarak bacaklarını uzattı. Hep yatağımda olan el kadar dinazor oyuncağını aldı, yüzüme sürttü. Ona dönmemi istiyordu da yapacak cesaret var mıydı bende? Sırt üstü attım kendimi ama, gözlerimi açamıyordum, ışık batıyordu. 'Ufaklık,' dedi, parmaklarını saçlarıma dolarken. 'Kaç hafta oldu seni görmüyorum, ders çalışırken yanıma uğradığın yok, özledim seni.' İç çekerek gözlerimi araladım, galiba o canlı ve büyük gözlerimden eser kalmamıştı, şaşkın şaşkın bana bakıyordu. 'Ne oldu senin gözlerine?' dedi, üzerime eğilmişti, nefesi yüzüme çarpıyordu. 'Ağladım, ağlıyorum, ağlayacağım.' Sinirli sinirli baktı bana, korkmadım desem yalan olurdu. 'Neden böyle yapıyorsun? Liseye geçeceğim için mi?' İçimi okumuştu, o zaten benim içimi dışımı adı kadar iyi bilirdi. 'Aptalsın sen, ben unutmam ki seni, her şeyimsin sen benim. Hem iki yıl sonra yine birlikte olacağız ya, niye üzüyorsun kendini?' Yanıma uzanmak için kaydırmıştı kendini, bu sıcakta sımsıkı sarılmıştı da. Bir elini karnıma koyup usul usul okşamaya başlamıştı. 'Doğru düzgün yemedin de sen, karnın küçülmüş. Bir şeyler yiyelim, ben hazırlarım, sonra dondurma yemeye gideriz. Kaykayın veya patenlerin sağlam mı?' İşte içimdeki tek bir soruyu bile cevapsız bırakmadan beni kendi dünyamdan çıkartmıştı. O gün, temmuzun on dördü, gece yarısına kadar el ele paten sürmüş, kaykay kaymış, kutularca, külahlarca, paketkerce dondurma yemiş ve bol bol ısırılmıştım. Öpecek gibi yaklaşıyor ve elmacık kemiklerimi morartana kadar ısırıyordu. Yine de öpmediğini söyleyemezdim, dört kez çocukken yaptığı gibi öpmüştü beni.

fishdom || chankaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin