Kar taneleri ılgıt ılgıt saçlarına düşerken kadın soğuktan adeta zangır zangır titriyordu. Umursamadı. Adımlarını hızlandırıp göğüs kafesini delercesine atan kalbinin varlığını hissetmemeyi diledi.
Her bir adımda daha da hızlanan adımları koşuyordu hiçliğe. Aslında kadın koşmuyordu, kendisinden kaçıyordu lâkin biliyordu da, kendisinden asla kaçamazdı. Tanımadığı biri ona şöyle söylemişti: "Kâbuslarından kaçamazsın çünkü sen kâbusun ta kendisisin."
Ölecekmiş gibi hissetti bir saniyeliğine, güzel bir histi. Yılların vermiş olduğu tecrübe ve acıyla belki son kez gülümsedi kadın. Gözlerinin önünden geçen koskoca yirmi üç yılının bir ânı bile onu gülümsetemedi çünkü o daima ağıtlar yakardı kalbinde ve o ağıtlar içindeki çiçekleri bir bir küle çevirirdi. Umursamadı.
Telefonunu cebinden çıkarıp birkaç saniyeliğine duraksadı. Saat 23.53'tü. Yedi dakikası vardı çünkü o hep yirmi üçte kalmak istemişti.
Durduğu birkaç saniyede etrafına baktı kadın, şehrin en işlek caddesine kadar koşmuştu. Etrafta yeni yılı heyecanla bekleyen yüzlerce insan ve yağan karı renklendiren rengârenk ışıklandırmalar vardı. Umursamadı. Biraz sonra gidecekti.
Adımlarını yavaşlatıp yürümeye koyuldu kadın, her adımında gerçekleşmeyen düşlerinin üzerine basarak onları yok ettiğini düşünerek ilerledi. Hayat fazla acımasızdı, değil mi?
O hiçbir zaman hiçbir zamana ait olamadı. Daima zamansızdı.
O hiçbir zaman sevmedi yaşamayı. Daima sevgisizdi.
O hiçbir zaman nefes alamadı. Daima nefessizdi.
O hiçbir zaman yaşamadı. Daima yaşamsızdı.
On.
Hızlanan adımlar.
Dokuz.
Yavaşlayan zaman.
Sekiz.
Gülen insanlar.
Yedi.
Renkli ışıklar.
Altı.
Son nefesler.
Beş.
Acıyan ciğerler.
Dört.
Yakılan ağıtlar.
Üç.
Yola atlayan kadın.
İki.
Acı çığlıklar.
Bir.
Mutlu bir kadın.
Sıfır.
Daima 23.59'da yirmi üç kalan kadın.
Sirenler ve kanlar.
Acılar ve ağıtlar.
Gidenler ve kalanlar.