Byun Baekhyun, sen kimsin?

10.6K 619 282
                                    







"Yürüyün! Yürüyün haydi!"

Ellerimizdeki zincirlerden çekilerek devam ettik barbarların arkasından. Belki otuz, belki kırk kişiydik. Bir aya yakındır içinde esir edildiğimiz gemi sonunda karaya varmıştı. Birbirine bağlanmış esirler olarak şimdi köle pazarında sergileniyorduk işte. İnsan her zaman kaderini takip ederdi, günlerdir yukarıdakine yalvarıyordum. Alsın canımı diye, dayanamıyordum. Gözlerimin önünde önce babam sonra annem katledilmişti. Kulaklarımda gecelerdir vahşetin sesi yankılanıyordu. Bir insan gözlerini kapandığında gördüğü karanlık bende yoktu. Kırmızı görüyordum, kan kırmızısı. Her yer vahşetin kırmızısı. Her yer kan.

Yarı aç, yarı tok. Yarımız kız, yarımız erkek. Kiminizin lisanı, saçı, teni farklı. Ama şimdi hepimiz kuru toprağın üzerinde, iğrenç bakışların altında sergileniyorduk. Bir sürü kişi sanki kumaş tezgahında pazarlık yapar gibi bizlerden birini satın almak için barbarlarla pazarlık ediyordu. Kaç altın ediyorduk sahi?

Saatler birbirini kovalıyordu, açlık ve susuzluk artıyordu. Hava bir esiyor, bir açıyordu. Baharın gidişi, ruhumu da bedenimden alıp götürmüyordu ya ona üzülüyordum işte. Hayatımda ilk defa çaresizlik nedir, onu hissediyordum. İlk defa bir başıma kalmıştım.

Ben, Acem diyarları bile dize getirmiş kocaman krallığın en küçük varisi. Ben prens Baekhyun. Elimde, avucumda hiçbir şey kalmamışken bir köle pazarında bedenim için yapılan teklifleri dinliyordum. Ben Kral babamı, ben Kral'ın en genç eşi olan annemi gözlerimin önünde öldürmelerini izlemiştim. Kendi canıma bile kıymayı becerememiş, şimdi kendimden kaç kat küçük insanların önünde diz çöktürülmüştüm.

Kaç yıllık hayatımda en güvendiğim gözlerimin gördükleriydi. Şimdi ise bu gözler hırsın kurbanının, kurban ettiklerini görmüştü.

"Bunu istiyorum."

Diğer kölelerden az biraz daha uzak oturulmuş haldeydim. Üzerimde saraydan çıkarılırken giydiğim geceliğim vardı, rengi solmuştu ne çabuk bilmem. Üstüme eski bir örtü atılmıştı. Beni satan adam kim olduğumu biliyordu, beni bizzat askerlerden almıştı.

"O biraz daha pahalı." diye gevşekçe güldü barbar. Midem bulandı o iğrenç sırıtmasıyla.

"Ne farkı var?"

Konuşan alıcının sesi gürdü. Başımı kaldırıp baygın Gözlerimi kendisine dikmekten çekinmedim. Pazarda dolaşan insanların aksine üzerindeki kumaşların kalitesi belliydi. Arkasında bir grup adam sanki emrini bekler gibiydi, alıcı ise bir şeyi arıyor gibi.

"O bir soylu." Satıcı aynı ses tonu ile konuşmaya devam etti. Alıcının ise gözleri beni buldu.

"Kimdir?"

Kimdir? Evet ya, şu fani bedenim kimdi? Ne taht, ne taç, ne de hanedan? Ben hala bir prens miydim?

"Byun hanedanının son ferdi."

Alıcının yüzündeki ifade değişmedi ancak bir kaşı hafifçe havaya kalktı. Bir şey ilgisini çekmiş gibiydi. Arkasını döndü, peşinde bekleyen adamlardan birisi ellerindeki altın keselerini satıcıya verdi.

Üzerimdeki geceliğin kumaşını sıkıca aldım avuçlarım arasına. Kimdim ben? Fani bedenimi alan kimdi?

Bir şeyler daha söyledi barbar ama emin değildim ne dediğinden. Sonra o adamın arkasındaki kişiler beni kavradı ve zincirler bileğimden çıktı. İstemsizce ellerim bileklerimi oluşturdu. Kollarımdan tutarak ilerlettiler beni. Önceleri alışkın olduğum derecede şaşalı bir at arabasına bindik. Karşımda o adam oturuyordu yine.

Harem  (CHANBAEK) #Wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin