b i r : b e ş y ı l
Sabahın köründe uyanmaktan nefret eden ben bile, o sabah saat 5:30’da yataktan kalkmış, 6:00’ya kadar da duşumu alıp giyinmeyi başarmıştım. Saçlarımı kurutmaya yeltenmeyerek ayağıma ayakkabılarımı geçirdikten sonra kenardaki askılıkta zar zor asılı durmakta olan küçük çantamı aldığım gibi kapıyı çekerek evden çıktım.
Otobüs durağına geldiğimde saat tam 6:09’du.
Bir nefes sıkıntıyla dudaklarımdan çıktığında ayaklarımı ritmik bir şekilde yere temas ettirdim. Sanırım buna “huysuz bacak sendromu” diyorlardı. Huysuz olan tek uzvum bacaklarım değildi, bilmiyorlardı.
Görüş alanıma giren otobüsle beraber ayaklarımın ritmik hareketini bozarak araca ilerledim. Yavaş yavaş durağı saran kalabalığı yeni fark ediyordum. Sanırım ayılmak için tek çözümüm kahveydi ve bilin bakalım kimin kahve içecek fırsatı yoktu? Benim, doğru tahmin.
Bu saatte, ki saat tam o noktada 6:15’ti, otobüs durağının bu kadar kalabalık olmasına anlam veremeyerek ofladım. Herkes aynı yere gidiyor olamazdı, değil mi? Durumun pekala bu olabileceğini bildiğimden içimde anlık bir umutsuzluk doğdu ama önümüzde duran otobüse doğru hareket eden insanları gördüğüm gibi ben de harekete geçtiğimden umutsuzluğun içime yayılma fırsatı olmadı.
İçeriye girip oturacak bir yer bulmayı başardığımda içten içe kendimi kutluyordum. Bu kadar kalabalık bir grup varken etrafımda, en gereken anda ve yerde, oturabilecek fırsat elde etmiştim. Bütün yolculuk boyunca uyuma fikri o kadar cazip geliyordu ki... fakat uyuyamazdım. Oturup elimdeki --teknik olarak çantamdaydı, ama neyse-- dosyayı incelemem, yorumlarda bulunmam ve buluşmada Arda’ya teslim etmem gerekiyordu.
Sabahları hiç bu kadar umutsuz olduğumu hatırlamıyordum ama öyleydim. Bir kez daha sıkıntıyla ofladığımda, çantamda özenli bir şekilde yerleştirdiğim dosyayı çıkarttım. Küçük çantada ne kadar özenli durabilirse, o kadar özenli duruyordu. Kötünün iyisi, diye geçirdim içimden.
Çantamda bir kalem bulup parmaklarımın arasında çevirip dururken, bir yandan gözlerim satırları takip ediyordu. Dosyada bulunması gereken bilgilerin çoğu eksikti. Kaşlarım burnuma doğru kavislenip, günün bu saatinde iyice huysuz bir moda girince çatılan kaşlarımı düzeltmek için bir çabaya giriştim. Sonuç elbette başarısızdı.
Bu dosyayı kim vermişti bana böyle? Arda’ya teslim etmeme sayılı dakikalar kalmışken kontrol ediyordum üstelik. Avuç içimi sertçe alnıma vurdum. Kendi işimi bir başkasına yaptırmak benlik bir olay değildi ama mükemmelliyetçi tavırlarımı bir yana bırakıp, arkadaş yardımı istediğim bir konuda, daha özenli olsalardı ne olurdu?
Allah aşkına, ilk kez kendi işimi bir başkasının yapmasını istemiştim üstelik bu zor bir durumda kalmam sonucunda olmuştu. Ve bana gelen yardıma bakın! Bu nasıl bir rapordu böyle.
Bu işin böyle devam edemeyeceğine karar vererek otobüsün yolunun uzun olduğu gerçeğini, belki ilk defa, kucaklayarak karşıladım ve koltukların sırtlarına yerleştirilen kıytırık plastik masaların varlığı için şükrettim. Masayı açtıktan sonra sağı solu kıvrılmış dosyayı üzerine yerleştirdim ve tekrar çantama uzanarak telefonumu çıkarttım. İnternet pakedimin yettiği kadarıyla dosyayı baştan düzenlemem gerektiğinin farkında olmanın verdiği huzursuzluk ve gerginlik, Arda’nın, eğer iyi bir iş çıkartamazsam, bana kayacağı gerçeğini değiştirmiyordu.
Bu buluşma, beşinci yıl buluşması, onun için önemliydi ve insanları şaşırtmak istemesi çok doğaldı.
Arda liseden mezun olalı beş yıl olmuştu ve bugün, 24 Mayıs 2014 tarihinde, saat tam 12:00’da “Mezuniyetin 5. Yılı” isimli --orjinalliğinin farkında olmamak elde değildi-- buluşmanın açılış konuşmasını yapacak, ardından da gün içinde gerçekleşecek etkinlikleri anlatacaktı. Bana verdiği görev ise bilgi yarışmasında sorulacak soruları ve cevapları hazırlamaktı ve evet, hazırlanan soru raporu düzgündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beş
Teen FictionGözlerini yum ve cırcır böceklerini dinle. İçinden say, beşe kadar. Bir... İki... Üç... Dört... Zaman su gibi akıp gidiyor. Beş... Geçen günleri asla geri getiremeyiz.