Sessizce kapıları kapattığımızda bile ses çıkıyor ya, sinirleniyorum.
Annemin odasına girdim gizlice, maksadım da sürpriz yapmaktı. Annem yataktan fırlayıp "Sessiz ol, kızım. Uyuyoruz!" demesin mi? Ne yapacağımı şaşırdım. Halbuki ben sessizce açmıştım.
Sürpriz de bozuldu.
Sabah kahvaltısında annemle göz göze gelmemeye çalışıp evden ayrıldım. Sonbaharın yaprak kokan havasını yavaşça içime çektiğimde yirmi-yirmi beş adım ötemde birisi durdu, o da beklemeye başladı.
Yandan bir bakış attım, kendimce.
Ben 1.65 boyumla ortalama bir kızdım. Kısa sayılmazdım ama uzun da değildim işte. Ama o, oldukça uzundu. Basketbol mu oynuyordu acaba?
Şimdi düşününce, neden bu kadar takıldım ki?
Yaprakların kokusu burnumu gıdıklayınca, iç çektim. Nefesimi dışarı verirken, kesik kesik vermiştim. İstemsizce bir hareketti ama iyi hissettirmişti.
Servisin bir süre daha gelmeyeceğini anladığımda telefonumu çıkardım ve "Bach" klasöründen sevdiğim bir parçasını açtım. Piyano sesi kulaklarımı doldururken, yandan bir bakış daha attım.
Bana bakıyordu.
Yakalanmışlık hissiyle önüme döndüm ve havaya bakmaya başladım. Bir yandan da sağ ayağımın önüyle sol ayağımın arka kısmına ritimle vuruyordum. İçimden servisin hızlıca gelmesi için dua ederken, servisin burnu göründü. Derin bir "oh" çektim.
Lakin, o da benimle beraber servise bindi.
Minik çaplı bir şokun ardından serviste yerime yerleştim. Kulağımdaki parça bitince "Beethoven" klasörüne girdim ve meşhur "Moonlight Sonata" parçasını açtım.
Ne zaman gergin olsam, nedensizce beni rahatlatıyordu.
Yan tarafımda okuldaki erkekler hakkında yorumlar yapan Tuğçe ve arkadaşlarına baktım. Kısa bir göz göze gelmenin ardından bana gülümseyince ben de aynı şekilde karşılık verdim.
Servis maceram 20 dakika sonra sona erdiğinde okulun kapısında buluverdim kendimi. Melis ve Emre ortalarda görünmüyorlardı. "Eh, ne yapayım," diye geçirdim içimden ve sınıfa yöneldim.
Biliyor musun? Sınıfımız üçüncü katta. Çıkana kadar canımız da çıkıyor.
Sırama geçip usulca beklediğim arkadaşlarımın burnu kapıdan girince kafamı okuduğum kitaptan kaldırdım. Kulağımdaki kulaklığı da çıkarıp telefonumu sıranın üzerine koydum.
Melis yanıma gelip dedi ki; "Birisi Emre'ye aşk mektubu yazmış."
Haydaa..!
Daha dönemin başındayız bre yiğidim, ne bu acele?
Sakince gülümsemekle yetindim. Sonra sınıfa "o" girdi. Öğretmenle beraber.
Gözlerim bir kaç saniye takılı kaldı. Onunki de bende takılı kaldı, sanırsam. Öylece baktık birbirimize. Öğretmenin dediğine göre yeni öğrenciymiş. Kendini tanıtmasını isteyince bir adım öne geçip "Çakıl." dedi ve sustu.
Sonra gelip yanıma oturdu.
Ben daha olayı idrak etmeye çalışırken, o, sıraya yayılmış etrafı süzüyordu.
Bir şey diyemedim.
Bu ikinciydi.
Derler ki; üç kere karşılaşmak kaderdir.
Bu ikinciydi...
***Bölümler arası geçişim çok hızlı sanırım. Bunun üzerine çalışacağım!