Bir, iki, üç, dört ve beşinci adımda dolaba ulaşıp ütülenmiş olduğu gece karanlığında bile fark edilecek beyaz gömleğini askısından tutup çıkardı. Bir düğmesini sağ, bir düğmesini sol eliyle sırayla açtıktan sonra, askıyı dolapta eşit bölmelere ayrılarak işaretlenmiş çizgili yerine bırakaraktı. Pantolon gömleğin tam tersine olabildiğince siyah ve mat, kemer pantolonun tersine parlaktı. Gömleğin kollarını dörder defa katladıktan sonra saçlarını başının ilk çeyreğinden yana doğru taradı ve son olarak simetriden zerre şaşmayacak papyon... Bunu takmaktan nefret ediyordu ama konsept gereği bu gece çıkacağı sosyete sahnesindeyken üzerinde papyon olması da gerekiyordu. Patronu ona yeterince kafayı takmıştı. Yapacağı en ufak hatadan sonra iş ilanları peşinden koşmak zorunda kalacağını bildiği için bu gece kusursuz olmaya özen gösteriyordu.
Aynada dakikalarca kendine bakıp durdu. Bir eksiklik olmadığından 'yedinin asal sayı olması' gibi emin olduğunda ışıkları söndürüp kapıdan dışarı adımını attı. Acaba tüm ışıkları söndürmüş müydü? Odaları kontrol edip tekrar ayakkabısını giymek için kapıda doğruldu. Yatak odasının ışığını kapatmış mıydı? Seri adımların yere çarparken çıkardığı ritimle beraber -sadece uyumak için kullandığından lambasını neredeyse hiç açmadığı- odasının da ışığını kontrol edince biraz ferahladı ve tekrar içine kuşku düşmeden koşarak evden çıktı. Sağ ön, sol arka, sol ön ve sağ arka... Adımlarının düzenini bozmadan sokak lambalarının aydınlattığı kızıl kahverengi taşlar üzerinde giderek arttırdığı hızıyla koşuyordu. Kırk altı, kırk yedi, ve nihayet kırk sekizinci sokak lambasında durağa ulaştı.
Saate bakınca 10:39pm yazısı, tedirginliğini karesiyle çarptı. 21 dakika içinde orada olması gerekiyordu ve otobüs o yolu yaklaşık 18 dakikada alıyordu. Durağın tabelasındaki dik açılara bakarak bu kötü durumu unutmaya, rahatlamaya çalıştı. Karşıdan bakılınca iki boyutlu olan bu incecik levha bile kenarındaki kısa uzunlukla üçüncü boyutunu ele veriyordu. İki boyut bu dünyada var olamaz mıydı? Bilgisayar ekranlarındaki piksellerin üçüncü boyutu yoktu. Yani görünmüyordu. Ama bu olamayacağı anlamına gelmezdi. Düşünmek, ona bu geceyi biraz fazla unutturduğu için arkasından geçip giden otobüsten geriye kalan sadece pantolonuna sıçramış çamurdu.
''Lanet olsun!''
Siyah ayakkabılarının topuklarını yere geçirircesine hızla vurarak koşmaya başladı. Üç adımda bir burnundan nefes alıp dördüncü adımda nefesi ağızdan hızlıca verdi. Deneyimleri ışığında bu ritmin, onu en verimli koşu seviyesine çıkardığı kanısına varmıştı. Otobüs gece yavaş ilerlediği için yolu 18 dakikada alıyordu ama sağlam bir koşu da bunun pek gerisinde kalmayacak bir sonuç verebilirdi. Şehrin kalabalık kaldırımlarında insanlar içinde koşmanın imkansız olması, onu yalnızca evlerin pencereleri ve ay ışığıyla aydınlanan sokaklarda koşmak zorunda bırakıyordu. Ciğerlerinin yanmasıyla birlikte gücünün azaldığını hissetti.
''Vardım sayılır, hadi kahrolası bacaklar beni birkaç dakika daha idare edin!''
Saat 11:07pm... Umutsuzluk ve çaresizlik içinde koşmaya devam etti. Başını kaldırıp uzaktan gördüğü tabelayla birlikte ufak da olsa bir inanç doğdu içine. Gözlerini kısıp ihtişamlı Jam Jars Cafe tabelasına doğru koşmaya devam etti. Nottingham sokaklarını bin bir güçlükçe geçip nihayet ulaşmıştı kafeye, her ne kadar geç olsa da.
Kapıdaki güvenlik görevleri onu başta tanıyamadı. Görevli kartını gösterince onun yeni piyanist olduğunu hatırladılar ve içeri aldılar. Korkuyla dolu titrek dizleri yeterince zorlanmıştı. Bir an önce sandalyesinde oturmak için can atıyordu. Yerdeki halının deseni sıralı eşkenar üçgenler dizisiydi. Göz kararıyla kenarı 8 cm olarak ölçtü. Söyle bir göz gezdirip kaç üçgen olduğuna baktı. Yatayda 12, dikeyde 16 tane vardı. 4/3 estetiği apaçık ortadaydı. Bu eş üçgenlerin birleşerek oluşturduğu en büyük eşkenar üçgenin alanı da 24√3 oluyordu.