Yeni görev yerine atamasının çıktığını öğrenen tüm yakınları sevinçle kendisini kutluyordu. Gurur ile bakan gözler karşısında ezilen Dervis, atasinin topraklarına bir imam olarak dönecek, bu kadim topraklarda dini bütün nesiller yetistirecekti. Bir taraftan tüm bu düşünceler ile titreyecek kadar heyecanlanıyor diğer taraftan ise manevi dünyasını tam manasi ile tatmin edemenin eksikliğini yaşıyordu. Dini konularda hala cozumlenmemis bir yığın soru işaretleri zihnini bulandirdigin da insanlara samimi bir şekilde nasıl cuma hutbesi okuyacağını canlandiramiyordu. "Nasıl olsa her sorunun bir cevabı vardır " sozleri ile kendini telkin ederek rahatlatiyor, bazı zamanlar ise özellikle de genclerin kendisine yoneltigi felsefik sualleri kıvrak manevralar ile cevapliyordu. Uzun yıllar kafasında çöreklenmiş soruların cevabını bu tarz tartışmalar da kendi kendine bulsa da, her bir cevap, yeni sorulara gebeydi. Bu sorular silsilesinin ardiardina gelişine artık alışmış cevaplar üretmekten yorulmuştu. Bugüne kadar mürekkep yalamaktan, teolojik kitaplar okumaktan ve de filozoflar gibi düşünmekten artık yorulmuş, gerçek bir hayatı yaşamayı tum bugunu yasama arzusu ile umuyordu. Düşler dunyasindan uyanmanin ilk adımının, insanlar ile sürekli iletişime girebilecegi is ortamı olduğuna kanaat getirmiş, yıllar önce atalarının goctugu topraklara dönüp çalışma kararı almıştı.
Izmir'den hareket eden otobus peygamberler şehri Diyarbakir'a doğru yol almak için öncelikle bir asker ugurlamasini beklemek zorundaydı. Davul ve zurnalar ile adeta bir düğün havasına bürünen otogar, otobüsün havalı kornasindan sonra gözleri yaşlı kadınların hüznünü ile matem yerine donderdi. Doğu illerin de vatani görevlerini yapacak bu askerler arkalarında endişeli her terör haberinden sonra kalbi yerinde fırlayacak analar , akrabalar ve dostlar bırakmıştı.
Dervis bir an kendisinin de o eylemlerim eksik olmadığı şehire gittiğini hatirlamis, uyuşuk bedenin kan dolaşımı atmıştı. Ortalama On sekiz saat sürecek bu yolculuğu sürekli can kenarında dışarı izleyerek veya uyuyarak geçmeyeceğini diğer uzun yol gezilerinden biliyordu. Içinde süreli okumalik bir kitap bulundurmak için büyük bir el çantasından "Alamut Kalesi " adında kara bir kitap çıkardı. Kitabın arka sayfasını ağzından keyif salyalari dokulurcesine üç nefeste okudu.
-Hasan Sabbah' in hayatini okuyorsunuz. Haddinden fazla değişik bir şahsiyettir, dedi yanında oturan temiz yüzlü ve takım elbiseli yolcu.
Dervis yaninda ki yol arkadasinin sohbete girmek icin yapmis oldugu bu hamleye icten ice memnundu. Onun da temennisi uzun olan bu zorlu yolculugu kaliteli bir sohbet ile doldurmak ve zamanin nasil gectigini unutmakti.
- Aynen, Semerkanti bitirdim yakin zamanda. Yazari Amin Malouf belki bilirsiniz. Orda geciyordu Hasan Sabbah'in ismi. Devasa merak uyandirtti. Sahaf da bu merakim uzerine bu kitabi onerdi. Populist bir kitaba benziyor ama okuyacam.
- Buyuleyici bir kitap bu da semerkant gibi. Zamanin en zeki uc kisisinden biri Hasan Sabbah.
- Digerleri de Omer Hayyam ve Nizamimulk.
- Dogrudur hayran kalmamak elde degil. Bir Yasar Kemalleri bir de Ahmet Kayalari eksik...
- Ne alaka? sordu Dervis gulerek.
- Yani uc farkli karekter; biri siyasetci, biri rubaici digeri de gunumuz teroristi sahte bir imam. Iyi kotu ayirmasak ucu de alanlarinda zirve yapmis adindan tarih boyunca bahsettirmisler. Yanlarina iyi bir muzisyen ve yazar da cok yakisirdi hani. Dusunsene besinin bir kahvede oturup sohbet ettiklerini. Ne sozler ne turkuler ne hikayeler ne siyasetler ne entrikalar cikardi...
- Cok fantastik ve yaratici bir dusunceniz var...
Otobusun tum isiklari kapandi ve yolcular yatis poziyonuna yavas yavas gecmeye basladilar.