"Proje ödevlerinizi haftaya perşembeye kadar getirmeyi unutmayın!"Coğrafya öğretmenimizin bağırışlarına kulak asmadan önümdeki kağıdı katladım ve çantamı da alıp sınıftan koşarak çıktım. Gideceğim yer her zamanki gibi aynıydı: Sehun'un eski dolabı.
Bakınız eski diyorum çünkü aylardır kullanmıyor o dolabı. Şifresini değiştirip unutmuştu ve öğrenci işlerine gidip açtırmak için fazla üşengeçti. Gerçi ben hiç şikayetçi değilim bu durumdan. Hem yazdığım mektupları koyacak bir yerim var hem de aylardır aynı dolabı kullanıyoruz. Böylece hem ders aralarında birbirimizi görüyoruz hem de o kitaplarını alırken o mükemmel yüzüne bakma fırsatını yakalamış oluyorum.
Yaklaşık iki dakika sonra Sehun'un eski dolabının önündeydim. Dolap kapağındaki aralıktan mektubu içeri attım ve hiçbir şey olmamış gibi oradan uzaklaştım.
Kendi dolabıma ulaştığımda Sehun çoktan oradaydı. Bir anda nefesimin kesildiğini hissettim. Sebebi koşmam mıydı, yoksa tam önündeki çocuğun güzelliği miydi orası size kalmış artık.
"Fizikçi beni delirtiyor! Neymiş, o anlatmışmış da ben anlamamışım. Peh! Salak adam, ben o maddenin doğru olduğunu biliyordum ama müfredatta yok diye yanlış dedim, sen nasıl benim fizik bilgimi sorgularsın?" Sehun yine günlük "fizikçi atarını" yapıyordu. Gerçekten fizikle kafayı bozmuştu, sürekli fizik kitapları okuyor ve araştırma yapıyordu. Bazen bu kadar zeki olması beni korkutuyordu.
"Hun, sakin ol. Bu kadar sinirlenmene değmez. Hadi kitaplarını al da gidelim." Bana bakıp derin bir nefes aldı ve dolabımıza döndü. Evet, dolabımıza. Neden ortak bir dolabımız olması bile beni mutlu ediyordu.
Tanrım, deliriyor muyum ben?
"Hadi gidelim Yoda." kulağımın çekilmesiyle kendime geldim. Karşılık olarak ona sinirle bakmama rağmen içim yumuşacık olmuştu, tek yaptığı kulağımı çekmek olmasına rağmen.
Evet evet, gerçekten delirmiştim ben.
Çoktan boşalmış olan koridorlardan geçerek okuldan çıktık ve artık bizim yerimiz olan okulun iki sokak ilerisindeki kafeye gittik.
Tam olarak bir kafe değildi, yarı kafe yarı kitap dükkanı diyebiliriz. Geçen yıl aralık ayında bulmuştuk bu şirin yeri. İki ezik sokaklarda boş boş dolanırken bir anda kar bastırmıştı ve biz de sığınacak bir yer bulma ümidiyle buraya girmiştik. Ondan sonra da haftada en az iki gün gelmeye devam ettik. Mekanın kitap mağazası tarafında çalışan Junmyeon hyung ve kafe tarafında çalışan Jongin ve Baekhyun ile zamanla yakınlaşmıştık. Okulda birbirimizden başka hiç arkadaşımız olmamasına rağmen burada canımızdan bile çok sevdiğimiz üç tane şirin mi şirin arkadaşımız vardı.
İçeri girdiğimizde arkadaşlarımıza selam verip kitap dükkanının en arka kısmında bulunan koltuklara attık kendimizi. Sehun koltukta oturuyordu, ben de kafam onun kucağında yatıyordum. Yanımıza gelen Junmyeon'la konuşmaya başlamıştı ve aynı zamanda da saçımla oynuyordu. Bu o kadar hoşuma gidiyordu ki... Saçımla oynaması beni sakinleştiriyordu ve genelde uykumu getirirdi, aynı şu anda olduğu gibi.
Sehun'un kucağından başımı kaldırdım. Bana meraklı gözlerle bakan en iyi arkadaşıma "Kahve alıp geliyorum" deyip kafe bölümüne geçtim.
"Her zamankinden lütfen."
"Hemen geliyor Yeol." diyen Kai çoktan makinelerden birine dönmüştü bile.
"Okul nasıldı Chanyeol?" Bana soru soran Baekhyun'a döndüm. Jongin ve Baekhyun bizden iki yaş büyük oldukları için üniversitelilerdi ama onlara hyung demek de gelmiyordu içimizden. Sadece Junmyeon hyung'a hyung derdik, o bizden 4 yaş büyüktü ve Baek ile Jongin'e göre daha olgundu. Hep abilik yapardı bize. Evet, Sehun ve kendim adına konuşuyorum. Zaten birbirimizden ayrıldığımız çok nadirdi, tanıştığımız günden beri hep beraberdik. Çok yakın arkadaştık ama ben daha fazlasını istiyordum. Bunun bencilce olduğunu düşünenler olabilir ama ben onu sadece kendime istiyordum işte. Aşıktım, hem de sırılsıklam.
"Chanyeol? Chanyeol! Beni dinliyor musun sen?" Baekhyun'un seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrıldım ve sonunda bir cevap verebildim.
"Normaldi sanırım. İkimiz bahçede konuşurken birkaç kişi geldi ve bize bulaşmaya kalkıştılar. Sehun anında bileğimden tuttu ve oradan uzaklaştık. Biraz sinirlendi ama sakinleştirmem kolay oldu. Ayrıca çıkışta yine fizik dersi hakkında huysuzlandı, o kadar tatlı gözüküyordu ki." Sözlerimin üzerine Jongin ve Baekhyun aralarında bakıştılar. Benim anlayamadığım bir şey mi vardı?
"Ne oldu, niye öyle bakışıyorsunuz?" dayanamayıp sormuştum işte. Genelde ağzımı kapalı tutmakta iyiydim ama güvendiğim insanların yanında çok da dikkat etmiyordum.
"Yok bir şey Chanyeol-ah. Kahveleriniz de hazır zaten. Hadi Sehun'unun yanına git sen." Jongin kahvelerimi uzatırken sırıtarak göz kırpmıştı. Ayrıca "Sehun'un" derken ne demek istediğini anlamamıştım. Sehun benim değildi, her ne kadar sürekli bunun hayalini kuruyor olsam da...
Kahveleri alıp arkadaki yerimize döndüm. Junmyeon gitmişti, Sehun yalnızdı ve kitap okuyordu. Her zaman yaptığı gibi kaşlarını çatmıştı ve kitabı dizlerine koymuş, kitaba doğru eğilmişti. Biraz daha eğilse burnu kitaba değecekti. Kitap okuma tarzı hep tuhaftı zaten. Kitap okurken ne yaptığının farkına varmıyor, bazen rahat bir pozisyon bulmaya çalışırken düştüğü bile oluyordu. Bunların hepsini bilmemin sebebi çoğu zaman birlikte kitap okumamızdı. Oh, ayrıca ona aşık olmam. Aşık olunca karşınızdaki kişi hakkında böyle şeyleri daha sık fark etmeye başlıyordunuz. Mesela Sehun utandığında kazağının kollarıyla oynardı, heyecanlandığında baş parmağını avcunun içine alır, üç kere derin nefes alıp verirdi. Bunun nedenini sorduğumda, "Bilirsin, sosyal ortamlarda çok heyecanlanırım. Küçükken de böyleydi. Annem de bana yardım etmek amacıyla, her heyecanlandığımda baş parmağımı avcuma alıp, sonra avcumu da kapatıp üç derin nefes alıp vermemi söylemişti. Nefes alıp verirken de güvenimi yerine getirecek şeyler düşünmemi söylemişti. 'Ben bunu yapabilirim, bu konuda kendime güveniyorum' gibi basit şeyler. Yıllardır bu yöntemi kullanıyorum. Annem gidince daha da fazla kullanmaya başladım. Bu, o yanımdaymış gibi hissettiriyor. Biliyorum, saçma bir düşünce ama gerçekten bu ondan bana kalan bir parça gibi. Benimle gurur duymasını istiyorum Chanyeol, onun için çok iyi bir evlat olmak istiyorum."
Evet, bu kadar basit bir hareketin arkasında bu kadar derinlik vardı. Oh Sehun böyleydi. Yaptığı küçücük bir şeyin bile bir sebebi, bir hikayesi olurdu. Aşık olduğum çocukla gurur duyuyordum, annesinin de aynı durumda olduğuna emindim.
"Kahveleri getirdim." Sesimi duyunca kitabından başını kaldırdı ve gülümsedi. Yüzümün elimdeki kahveler kadar ısındığını hissettim.
"Teşekkürler Yeol." Kahvesini Sehun'a verip yanına oturdum. Kitabını okumaya devam etti. Ben de onu izlemeye başladım. Gözlerini, dudaklarını, burnunu, saçını, boynunu, ellerini... Baktıkça daha da bakasım geliyordu, ona doyamıyordum. Dokunmak istiyordum, öpmek istiyordum onu. Ama maalesef ki hayatta her istediğiniz olmuyor...
Y/N: merhabaaaaaa normale göre daha uzun bir bölüm oldu, umarım beğenirsiniz~
bu bölüm spaecexo 'ya, yanımda olduğun için teşekkür ederim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
letter to my darling
FanfictionEn iyi arkadaşına aşk mektupları yazan Chanyeol ve onun kalbini kırdığından haberi bile olmayan Sehun.