“Fakat hiç utanmadı bundan. Çünkü martı Jonathan Livington sıra dışı bir kuştu.” der Amerikalı yazar Richard Bach. Kendisi de pilot olan yazar, yarış pilotu John H. Livingston’dan ilham alarak 1972 yılında yazdığı kült öyküsü ile haklı bir gururla her daim bestseller (en çok satanlar) listesinde en üstlerde bulunmuştur. Kelime sayısı on bini geçmeyen bu öykü nerdeyse baştan sona her cümlesini yaşam mücadelesinde kutup yıldızı sayıp istikamet belirleyecek; olmadı çerçeveletip duvara asacak raddede aforizmalarla dolu.
Yazar, insanlara neredeyse hiç yer vermediği kitabında sadece yemek için yaşayan, bu kaygı ile kanat çırpan, hayatı böyle sanan martıların aksine ; zevk için uçan, öğrenme aşkı ile yaşayan, sınırlarını bilip bunları aşmaya çalışan bir martıya odaklanıyor. Başta anne ve babası daha sonra da klanın diğer üyeleri tarafından dışlanma pahasına bu düşüncelerinden vazgeçmeyen bir martı ile karşı karşıya kalıyoruz .
Sürgüne gönderildiği ve yaşamaya zorlandığı kayalıklarda dahi istikametinden vazgeçmez, gayretinden ödün vermez. Azim ve sabırla çalışmasına devam eder. Sadece aç karınlarını doyurmak ve çoğunluğun onayını arkalarında hissedip kendi dar sınırları içinde yaşayan martılar için bunlar alabildiğine afaki ve bağışlanamaz tutumlardır. Öte yandan “sıra dışı bir kuş” olan martı Jonathan Livingston doğrusu ne bunları umursar ne de kendisi hakkında böyle düşünen kuşlara dair en ufak bir içerleme, sitem ve kızgınlıkta bulunur. Onun tek amacı basmakalıp rutinlerden sıyrılıp, kendi akacağı nehrin yatağını keşfetmek, bireysellik ve özgürlüğün o en mavi en hafif katmanında yaşamın sırlarını keşfetmektir.
Denizde yaşayıp da balıkçı teknelerinden medet uman, suyun birkaç metre altındaki balıkları bile yakalayamayıp soğuk kış günlerinde açlığa mahkûm olan, geceleri kanat çırpmaktan korkan, beraberce hareket etme düşüncesini amaç edinip bireyselliğin o güçlendirip geliştirici yanını göremeyen martıları şaşkınlık ve üzüntü ile izler.
En nihayetinde kendi gibi olan az sayıda ki martı ile beraberlik sağladığında onlardan kısa sürede öğrendikleri ile çok daha ileri merhalelere kanat çırpar. Artık o aradığı soruların cevabını bulmuş, yaşamın amacını çözmüştür . Ama klanının durumuna, kanatlarındaki o muazzam potansiyel güce rağmen kopkoyu bir sıradanlığı yaşamalarını kabullenememektedir. Dönüp onlara farklı bir bakış açısı, farklı bir yaşam alternatifi sunmak istemektedir.
Hayatının her anı mücadele içinde geçen korkudan, endişeden, nefretten sıyrılıp bunların ağırlığını sırtından atan martı Jonathon Livingston imgelerle dolu bu kısa öyküsüyle aslında “özgür insana” güzellemelerde bulunmakta, selam durmaktadır.
2013 yılındaki yeni basımlara eklenen 4. bölüm ile sıradanlığın zincirlerini kıran kahramanların yüceltilerek, ortaya koyduğu fikirlerin ritüellerle rutine, basmakalıp inançlara ve nihayetinde mücadele edilen değerlere dönüşmesi ise etkileyici bir ironi ile okuyucuya sunulmuş.
Minimalist düşüncenin ana fikri olarak kabul gören “az çoktur, çok azdır” ilkesince sayfa sayısı ya da içinde bolca kullanılan martı fotoğraflarına bakıp da bunun sadece bir çocuk kitabı olduğu yanılgısına kapılmamanızı salık veriyorum. Her okumada farklı menfezlerini fark edebileceğiniz yalın anlatımı ve bir o kadar da derin anlamları olan bu kitabı “kendi kalabilmeyi” şiar edinenlere şiddetle tavsiye ediyorum.