Güneşi arkasında tutup, geceleri kandil yakıp, kedi tüyünden fırçaları , rengarenk hokkaları, pürdikkat hâlleriyle "nakşetmek hatırlamaktır" destûrunca azim ve gayreti kuşanıp ustalığın son merhalesini "körlük" olarak belleyen, uzun yılların cehdiyle meydana getirilen; el emeği, göz nuru minyatürlerin ve nakkaşların sıra dışı hikâyesi: Benim Adım Kırmızı.
Çin'den yol alıp Moğolistan'a, Şiraz'a ordan Herat'a, Hindistan'a; Semerkant'tan acem diyârı Tebriz'e, Bağdat'a ve nihayet Halep'ten şehirlerin incisi İstanbul'a revan olan, doğunun mümbit ovalarında demlenip yalçın kayalıklarından beslenip kâh savaşa tutuşan askerleri, kâh efsaneye kesen erleri, nice unutulmaz destanları, aşkı ile dağları delen; zamanı aşan maşukların hâllerini, bazen görkemli av partilerini, cömertçe dağıtılan cülus hengâmesini, kimi zaman dinî menkıbeleri, bazı bazı yoldan çıkan/çıkaran şeytanı, karaya kesen korkutucu cinleri, zırhını kuşanan yiğitleri, çekik gözlü prensesleri, olmazsa olmazı heybetli doru atları, bol yapraklı çınarları, bazen de sünepe bir köpeği kendine has gelenekleriyle nakşedilen kadim bir gelenektir minyatür.
Uzun zamandır unutulmaya yüz tutan 'bize' özgü minyatür sanatını temel alarak terazinin kefesinde Batı'nın ağır basmaya başladığı 16.yüzyılın Osmanlı'sında işlenen bir cinayetten yola çıkarak dönemin panoramik fotoğrafını çekercesine yazılmış gergefli kurgusuyla dikkatleri üzerine çeken ilginç bir roman Benim Adım Kırmızı.
İki senesi araştırmakla iki senesi de yazmakla geçen dört yılın ardından 98'yılında basımı gerçekleşen, 24 yabancı dile çevrilerek 2003 yılında İrlanda'nın ünlü International IMPAC Dublin Literary Award ödülünü alan yazarın 2006 yılında kazanacağı Nobel edebiyat ödülünün temellerini attığı bu eser pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
Başta 'oryantalist bir tavırla' genel ahlaka mugayir;livata, yasak aşk gibi mahrem konularda ki pervasızca tavrı ne yazık ki Batı'nın dikkatini çekmeye yönelik tabir yerindeyse 'tribünlere' oynamayı akıllara getirmektedir.
Her nasılsa yazıya dökülen biz menşe'eli tarih orijinli eserlerimizdeki ifrat ve tefrit gözden kaçmayacak kadar bariz bir farklılık göstermektedir. Bir kısım yazarlarımızın, bol kepçe kullandıkları; epik ve destansı bir mahiyetle: "sütte leke var bizde yok" retoriğiyle yazılan, okuyucuya siyah/beyazdan gayrı renk vaat etmeyen kitapları; öte yanda ise, hunharca bir tavırla kelimeleri çamur yaparak geçmişine olmadık karalar çalan kalem erbabı. İyisiyle kötüsüyle bizim olan mazimizi kabullenebilme olgunluğunu gösteren eserlerin, doğal olarak daha gerçekçi ve daha başarılı sonuçları olacağı daha evrensel bir görünümle çok daha fazla insana ulaşacağı su götürmez bir hakikat.
1952 İstanbul doğumlu Orhan Pamuk, yirmili yaşlarına kadar ressamlık yolunda ilerlerken önce mimarlık alanındaki kariyerini daha sonra ise büyük umutlarla okumaya başladığı gazetecilik serüvenini nihayete erdirir. Henüz 23 yaşında elini eteğini her işten çekip evine kapanır ve kafaya koyduğu yazarlık için günde on saati bulan canhıraş bir gayretle tek istikamet belirlediği bu yolda yazın hayatına atılmış olur. İlkin 79'yılında "Karanlık ve Işık" adlı romanı yayımlanır daha sonra Cevdet Bey ve Oğulları ,Sessiz Ev, Beyaz Kale, Kara Kitap, Gizli Yüz, Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı, Kar, Masumiyet Müzesi, Kafamda Bir Tuhaflık ve Kırmızı Saçlı Kadın gibi romanları raflardaki yerini alır. Pek çok eseri Türkçe 'den daha çok baskı yaparak altmışı aşkın dile çevrilir. Yüzün üzerinde ülkede kitapları satılan yazar dolayısıyla yurtdışında da en çok tanınan Türk yazarlarımız arasındadır.
Esere gelecek olursak dönemin padişahı, 'Frenk keferesine' Osmanlı'nın azametini, gücünü, ihtişamını göstereceği güzelim minyatürlerden oluşan bir kitap hazırlaması için 'Enişte' lakaplı güngörmüş, sanattan anlayan eski bir elçiyi görevlendirir.
Nakkaşhanenin öne çıkan; Zeytin, Kelebek, Leylek lakaplı üç ustasının Frenk usulüyle yaptıkları minyatürler daha meydana çıkmadan özellikle dinî bir cemaatin öfke ve nefretini çeker. Geleneksel tabuları yıkarak 'gâvurlara' özenen 'Allah'ın gördüğü' gibi değil de perspektife dayalı oluşturulduğu söylenen bu eserler bir zındıklık emaresi olarak 'biz' olmaktan vazgeçip 'onlara' dönüşmenin alametifarikası olarak büyük bir infiale sebep olur.
Kitabın hazırlanması için çalışan nakkaşlardan birisinin öldürülmesiyle birlikte hattat ve nakkaşlar arasındaki korku ve gerilim elle tutulur derecede görünür olur. Öte yandan Enişte'nin dul kızı iki çocuk annesi güzeller güzeli Şekûre; kendisine bir eş, yetim çocuklarına ise baba arayışı içerisindedir. Çocuk yaşlardan itibaren Şekûre'ye delicesine bir aşkla tutulan teyzesinin oğlu Kara, uzak diyarlardan gelmesiyle birlikte acaba bilinmezlik ve kargaşanın karanlığında kayıp mı olacak yoksa taşları yerli yerine oturtabilecek midir?