☆
Kaybetmek midir insana zor gelen, alışmak mı, yoksa unutmak mı? Bu soruyla üç ay önce karşılaşmış olsam hiç tereddütsüz kaybetmek derdim. Çok sevdiğim birini kaybettiğimi kabullenmeye çalıştığım o dönemde hissettiğim çaresizliği anlatacak kadar geniş bir sözcük dağarcığına sahip değilim ne yazık ki, hiçbir zaman da olmadım. Kelimelerle arası iyi olan hep oydu.
Eğer ki bu soru karşıma iki ay önce çıkmış olsa, bu sefer cevabım alışmak olurdu. İçimi biraz zaman öncesine kıyasla farklı bir sebepten titreten soğuk bakışlarına, yine çok geride kalmamış anılarımda beni güldüren ifadelerinin yerini devrettiği ağlamak istememe sebep olan sert mizacına, acımasız ve ruhsuz hareketlerine alışmamın olanağının bile olmadığını zannediyordum. Yanılmışım. Alışmak bile zamanla mümkünmüş.
Asıl imkansız olanın unutmak olduğunu anladığımdan beri yanıtım belli. Unutmak zorunda olmak çaresizliğin kaçıncı aşamasıydı bilmiyordum ama bu kadar acıtıyor oluşuna bakılırsa gittikçe sona yaklaşıyordum.
En yakın arkadaşıma aşık olmuş, bunu üç yıl kadar kendime saklamış, sonunda içimde tutamayıp itiraf etmiştim ve onu duygularımla şiddetli bir tsunami gibi çarptığım günden beri görmüyordum. Yani, en azından, gördüğüm yakışıklı surat değişmemiş olmasına rağmen artık en yakın arkadaşıma ait değildi.
İnanın ki deniyorum. Bana kendimi böylesine değersiz hissettirmesine tepkisiz kalmak için çabalıyorum ama her sabah güneşin aydınlattığı yastığımın üzerindeki ıslaklık başaramadığımı kanıtlamak için yeterli.
Kaç kere sinir krizi geçirdiğimi, hastanelerde uyandığımı veya en son ne zaman ilaçların desteği olmadan uykuya daldığımı hatırlamıyorum. İflah olmaz bir mazoşist olmadığıma göre, bunların hiçbirinden keyif almadığımı tahmin edebilirsiniz herhalde. Onu aklımdan çıkarmak, bendeki izlerinden kurtulmak için bir çatıya tırmanıp bağırmadığım kaldı: Ben artık unutmak istiyorum.
Ama işte, unutmak da öyle, üç heceyi dile dökmek kadar kolay değil. Onu seven beynim olmadığından hafızamdan silip ondan kurtulamıyorum. Birisini unutamayacak kadar çok sevmek yakıyor insanı. Zaman da unutmaya yardımcı olmuyor, yalnızca alışmayı öğretiyor insana.
Annemin, "İçinde birikenler sadece sana zarar verir." sözünü bir kere dinlemiş, hislerimi itiraf etmiş ve dışıma vurduklarımın yalnız bana değil geri kalan bir dolu şeye daha zararı olduğunu çok net bir şekilde görmüştüm.
Duygularımı söylememin sahip olduğum çok şeyi yitirmeme sebep olduğunu ve bana olumlu bir geri dönüşü olmadığını unutmamış olmama karşın görüldüğü üzere dersimi alamamıştım ki aynı hatayı bir kez daha yapmaya gidiyordum. Tüm yakın arkadaşlarımı bir defterde silip atmayı kafaya koymuştum anlaşılan.
Ne demeye Baran'ı aradığım ve onu içmeye çağırdığım hakkında bir fikrim yoktu, tek bildiğim sarhoş olmak istediğimdi. Eğer sarhoş olmaması gerekenler listesinde Ozan Güven başta geliyorsa hemen arkasında ben vardım ve bunu bile bile elimde ilerleyen saatlerde zihnimi ele geçirecek iki torba dolusu içki şişesiyle eve doğru yürüyordum. Bu gece ona ya anlatacaktım ya da anlatacaktım, başka bir olasılık yoktu. Ben yapamasam bile alkol gırtlağıma yapışan o cümleleri teker teker çekip alacaktı zaten.
Baran'ı emzik kullanmayı bıraktığım zamandan beri tanırdım. Evlerimiz yan yanaydı ve biz siyam ikizleri gibi büyümüştük. İnanılmaz kıskançlığı yüzünden ondan başka pek fazla arkadaşım olmadı hiç. Her şeyimi bilirdi, ben de onun her şeyini bilirdim. Korkularını, hatalarını, pişmanlıklarını, sırlarını...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
öyle sarhoş olsam ki (bxb)
Teen Fiction"ben seni çok sevdim, belki zordur anlaması sessizliğimden ben seni çok sevdim, sen oku kelimeleri gözlerimden" tanju okan • öyle sarhoş olsam ki [boyxboy] 23.10.18