Merhaba! Ben Melis! Hayatım boyunca, aslında şu birkaç yıl desem daha doğru olur, vampir-fantastik seriler ilgimi çekmişti. Ve ben de bir süredir bu konuyu içeren bir kitap yazmak konusunda düşünüyordum. Ve sonunda kafamda olayı oluşturdum. Umarım beğenirsiniz. Ayrıca beğenilerinizi Vote ile taçlandırırsanız çok sevinirim. Herhangi bir hatam olursa, affola, yorumlarınızla dile getirebilirsiniz. İyi okumalar :)
~
Waltmary Koleji'nin otobüsü puslu yolda, ağır ağır ilerliyordu. Daha çok 16 Yaşında öğrencilerin oluşturduğu grubun bir çoğu uyuyakalmış, kimi ise buğulu camdan yolu izliyordu.
Bir okul gezisiydi. Her Nisan Ayında, Michigan'ın kırsal bir kenti olan Flint'de piknik yapılırdı. Öğrencilerin pek ilgisini çektiği söylenemezdi fakat okulda kalıp ders işlemekten daha cazip'di.
Otobüs şoförü, genç ve acemiydi. Daha önce hiç gece araç kullanmamıştı.
Waltmary Koleji, ailelere elit bir okul sayılması rağmen bazı konularda cimri sayılırdı.
Genç şoför gözlerini kapatmamak adına gerçek bir savaş veriyordu. Yan koltukta oturan görevli öğretmen ise çoktan derin düşlere dalmıştı.
O sırada otobüsün önünden bir karaltı geçti. Ardından ise yüksek bir ses duyuldu...
~
Blythe karanlık hastane odasında gözlerini açtı.
Kolları kordonlarla doluydu.
Önce etrafına boş bakışlarla göz gezdirdi, nerede olduğunu çıkaramadı.
Sonrasında ise o ses tekrar kulaklarında uğuldadı.
Sanki, geçen karaltı gözünde netleşti.
Ve bir anda ışıklar açıldı.
"Ah, Tanrı'ya Şükürler olsun, uyanmışsın!"
İçeriye, siyahi kilolu bir kadın, ki kendisi sınıf sorumlusuydu, arkasından ise sarışın hemşire girdi.
"Hanımefendi, lütfen daha sessiz olun, içeri girmenize izin vermiş olmam istediğiniz davranışı sergileyebileceğiniz anlamına gelmez!"
Dedi Hemşire. Bakışları öyle sertti ki, Blythe olduğu yerde kasıldı.
Fakat, Bayan Steerson hiç istifini bozmadan aynı perdeden devam etti.
"Ah, hayatım, öyle endişelendim ki, neyse ki hiçbirinizin başına ciddi bir şey gelmedi."
Blythe'ın gözü, kadının alnındaki derin yaraya kaydı.
Kadın, kızın baktığı yeri görmüştü;
"Merak etme, mühim bir şey değil. Gereken yapıldı."
Hemşire dudaklarını büzmüş, sabır gösterdiği belli olacak şekilde ayağını yere vuruyordu.
Kadın, hemşirenin ifadesinden bir şeyler sezinledi.
"Tamam, kurabiyem! Şimdi biraz uyumaya çalış. Bende diğerlerini kontrol edeyim, tabii izin varsa."
Hemşire düz bir ses tonuyla dışarıda beklemesini söyledi.
Kadın çıkınca, hemşire, Blythe'ın serumunu değiştirdi. Pansumanını kontrol etti.
Ardından odadan çıktı.
Blythe yine odada yalnız kalmıştı.
Karanlıkta.
Gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı.
Fakat.
Olmuyordu.
Bir süre hiç kıpırdamadan boş, karanlıkta kapkara gözüken duvarı izledi.
Ve bu süre zarfında farkında olmadan kendisini uykunun kollarına bırakmıştı.
~
O gün küçük kızın doğum günüydü.
Adeta etrafa neşe saçıyordu.
Kafasında o yıl ailesinin ona ne armağan edeceği konusunda tahminler yürütüyordu.
Bütün gün bekledi.
Düşündü.
Ailesi ona sürpriz bir parti hazırlıyor olmalıydı.
Evdeki bu sessizlik bunu gösteriyordu.
Ona göre.
Mor renkteki, pullarla süslenmiş elbisesini giydi.
Bekledi.
Odayı saatin tık takları dolduruyordu.
Bir süre sonra uyuya kaldı.
Uyandığında güneş batmak üzereydi.
Küçük kız artık beklemekten sıkılmıştı.
Aşağıya indi.
Hayır.
Burada kimse yoktu.
Bahçeye çıktı.
Hayır.
Orada da kimse yoktu. Bir ihtimal garaja da baktı.
Yine boşluk.
Umutsuzluğa kapılmaya başlamıştı.
Gözleri doldu.
Gözü yaşlı odasına çıkıyordu ki mırıltılar duydu.
Erkek kardeşinin odasından geliyordu.
Erkek kardeşi, ondan beş yaş küçüktü.
Ciddi bir akciğer hastasıydı.
Makineye bağlıydı.
Ailesi onu hastanede tutmak istememişti.
Ve o yıl tamamen erkek kardeşiyle geçmişti.
Blythe, kardeşini hiç kıskanmamıştı.
Aksine, anne babasının bu ilgisine içten içe hak verir, olabildiğince destek olmaya çalışırdı.
O yaşına rağmen.
Küçük kızın zihnini bir anda tatlı bir düşünce kapladı.
Belki de doğum gününe kardeşi de katılabilsin diye, ailesi doğum gününü kardeşinin odasında yapmaya karar vermişti.
Hevesle o yöne koştu.
Kapıyı açtı.
Ve...
Oda da, ona şaşkın ve kınayan gözlerle bakan annesi ve boş, hasta bakışlı kardeşi vardı.
Hep hayalinde olan balonlar,
Hediyeler,
Mumlar,
Doğum günü pastası,
Türlü süslemeler yoktu.
Babası kaşlarını çattı;
"Odaya biraz daha sessiz giremez miydin? Gördüğün gibi kardeşini rahat ettirmeye çalışıyoruz."
Annesi de gözleriyle, eşini onayladı.
Küçük kız şaşırdı.
Ona şaka mı yapıyorlardı?
Kesinlikle şaka olmalıydı bu.
Aksi yönünü düşünemiyordu.
Ama ebeveynlerinin hiçte öyle bir hâli tavrı yoktu.
Oldukça soğuk ve mesafeliydiler.
Blythe'ın gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
Fakat, onlar, bunu fark edemeyecek kadar meşguldüler.
Bir süre sonra onlar istemeyerek odadan çıktılar.
Annesi, Blythe'a sessiz olmasını, kardeşini huzursuz edecek herhangi bir davranışta bulunmamasını öğütledikten sonra gitti.
Blythe artık, an be an şiddetlenerek ağlıyordu.
Ama, olmayan doğum gününe mi, yoksa anne babasının tavrına mı ağlıyordu, kestiremiyordu işte.
Kardeşinin hasta yüzüne baktı.
Ayağa kalktı.
Ne yaptığını ya da ne yapacağını bilmiyordu.
Sadece yürüdü.
Kardeşine doğru.
Ve ani bir hamleyle, kardeşinin bağlı olduğu makinenin fişini çekti.
O an sanki yaşam durdu.
Kardeşi bembeyaz kesildi.
Tirtir titremeye başladı.
Alnındaki damar pırpır hareket ediyordu.
Makinenin alarmı ötüyordu.
Sesleri duyan anne babası hemen odaya koştular.
Küçük kızın elindeki fişe ve bitik durumdaki kardeşine baktılar.
İlk önce küçük çocuğa koştular.
Babası, kıza baktı. Ama o gözler...
Maviden neredeyse siyaha dönüşen gözler...
"Sen ne yaptığını sanıyorsun? Küçük sürtük! Aklını mı kaçırdın? Onu öldürecek miydin? Belki de ölecek. Sen... Sen..."
Ve küçük kızın yüzüne sert bir el indi.
Birkaç dakika sonra evin önüne ambulans ulaşmıştı.
Görevliler, çocuğu sedyeye yerleştirdiler.
Anne ve babası ise arabayla hastaneye gittiler.
Kız, soğuk parkeye oturdu.
Avuçlarını gözlerine koydu ve öylece durdu.
Ardından kalktı ve dizinde derin bir çizik açtı. Ne yaptığının farkında değildi. Sadece kulağında uğuldayan şeyi yapmıştı.
Acıyı hissetmiyordu.
Çünkü dizinde hissettiği acının, yüreğindekinin çeyreği kadar bile olamayacağı çok açıktı.
Anne ve babası birkaç gün sonra döndüler.
Ve yanlarında küçük çocuk yoktu.
O günden sonra, anne babanın acısı ve kıza olan öfkesi hiç azalmadı. Aksine her gün daha da arttı. Ve bir alev topu hâline geldi.
Kızı bir yetiştirme yurduna vermeyi düşünmüşlerdi fakat diğer aile üyeleri bunu onaylamadılar.
Ama, onlara göre, bu kız, bu küçük sürtük onların kızı değildi.
Kadının kalbi küçük kıza karşı nefret kırıntılarıyla doluydu.
Babası ise...
Kızın yüzünü görmek.
Adını duymak.
Sesini işitmek bile onun öfkeyle dolmasına yetiyordu.
~
Blythe ağlayarak uyandı. Daha gün ağarmamıştı.
Kız, hırsla serumu çekti.
Bağlı olan bütün kordonları üstünden çekip attı.
Bu alarmların başa ne kadar dert olduğunu yaşayarak öğrenmişti.
Ve bu nedenle kordonun altından geçti.
Üstündeki hastane kıyafetini çıkarıp yere fırlattı.
O karanlıkta çantasını arattı.
Bu arada vazoyu devirdi.
Ve ayak sesleri işitti.
Ama anladığı kadarıyla çok hızlıydı.
Bu onu ürküttü.
Bunu duyan biri onu kontrol etmeye geliyor olabilir miydi?
Ama, hayır, sesler kaybolmuştu.
Aklını mı kaçırıyordu yoksa?
Nihayetinde çantasını buldu.
Çantada ki kıyafetlerden öylesine bir parça seçti.
Giyindikten sonra çantasını omuzuna takıp, tam odadan çıkacaktı ki bir not bırakması gerektiği aklına geldi.
Öyle ya, olayların büyümesini istemezdi.
Masanın üzerinde duran bir parça kağıt ve dolma kalemi aldı. Aceleyle, masaya eğildi.
Kötü bir el yazısı vardı.
"Gidiyorum, bunun için üzgünüm, aslında nereye gittiğimi ben de bilmiyorum fakat sadece içimden geçeni yapıyorum. Benim için endişelenmenize lüzûm yok. Sakin aileme de haber vermeyin. Hoş, verseniz bile pek umurlarında olacağını zannetmiyorum. Tekrardan özür dilerim.
Blythe Martin
11 Nisan, ÇARŞAMBA"
Blythe, notu masanın üzerine bıraktı.
Çantasını omuzuna geçirdi.
Ağır adımlarla hastane koridorunda yürüdü.
Koridorun sonlarına doğru yerdeki kırmızılılar gözüne çarptı.
İzleri takip edince karanlık bir depoya çıkmıştı.
Etrafta dolaplar vardı. İçerisi soğuktu.
Ve dolapların üzerinde belirli numaralar yazılıydı.
Dolaplardan birisinin kapısı açıktı. Kapının üstünde "0.Rh+" yazılıydı.
Ayak sesleri duydu.
Birden fazlaydı bu seferkiler.
Blythe odadan çıktı.
Olabildiğince hızlı koşmaya gayret ediyordu.
Odasının önünde durdu ve içeri girdi.
Camlara çivi takılmıştı.
Blythe, içinden, lanet olsun. Dedi.
Şimdi ne yapacaktı?
Bir şekilde buradan çıkmalıydı.
Yapacak bir şey kalmamıştı.
Tahta sandalyeyi alıp pencerenin vidalı kısmına doğru fırlattı.
Birkaç denemeden sonra vidalı kısım büyük bir gürültüyle zemine çarptı.
Blythe şimdi acele etmeliydi çünkü çıkan gürültü yüzünden her an odasına gelebilirlerdi.
Bütün gücüyle pencere pervazını döndürdü.
Açılmadı.
Tekrar denedi.
Yine olmadı.
Defalarca denedi.
Yaklaşan ayak seslerini duyuyordu.
Yapacak son şey...
Sandalyeyi, bu sandalyenin olduğuna şükrediyordu, pencereye fırlattı.
Büyük bir gürültü oluştu.
Fakat cam kırılmıştı.
Kız, zemine baktı.
Pek de yüksek değildi.
Ayağını kenara koydu ve...
Kendini boşluğa bıraktı.
~
Dizi çok acıyordu fakat yapacak bir şey yoktu.
Aceleyle doğruldu. Önünde yüksek bir duvar vardı.
Şimdi ne yapacaktı?
Oraya tırmanması imkansızdı.
Tırmansa bile atlayamazdı.
O sırada biri onu kolundan çekti.
İşte, duvarın öbür kısmındaydı.
~
Umarım, bu bölümü beğenmişsinizdir. Yeni bölüm en kısa zamanda gelecek.
Vote atarsanız çok sevinirim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAYAN ÖLÜLER~Cehennem
VampireBir günde mi insanın hayatı cehennem olur? Hayır, insan aslında cehennemde doğar. Fakat, onu cennet yapmak onun elindedir. Kimisi cehennem ateşinde cenneti bulur, kimisi de bu ateşte kavrulur.