Yaklaşık yarım saattir zapladığım televizyonu kapatıp kumandayı karşı koltuğa fırlattım.Hemen yanımdaki sehpadan günün gazetesini aldım.İş ilanlarının bulunduğu sayfayı açtım.Bugün 3. kez olmak üzere bütün ilanları dikkatlice incelemeye başladım.Olay şuydu ki bir yıl kadar öncesinde New York'ta bir şirkette danışmanlık yapıyordum ve gelirim ihtiyaçlarımı fazlasıyla karşılıyordu.Daha sonra Londra'da yaşayan ve geniş bir mal varlığına sahip büyük babamın vefat haberini aldım.Orada yaşayan kuzenimin ben bu haberi almadan çok önce büyük babamın mirasına konmak için çalışmalara başladığını az çok tahmin edebiliyordum.Bunun üzerine işimden izin alarak İngiltere'ye uçtum.2 yıl önce buraya taşınan ve hala çok yakın olan arkadaşım Dawson'dan rica ettim.Ve ikiletmeden evini bana açtı.Bir avukat tuttum.Bu noktaya kadar her şey gayet iyiydi.Uzun bir hukuki süreci atlattıktan sonra büyükbabamın bana hiçbir şey bırakmadığı gerçeğiyle yüzleşmiştim.Kursağıma kadar borcun içindeydim.Amerika'ya dönemezdim.Çünkü iznimin bitmesi ile işimden ayrılmıştım.Orada bir evim de yoktu.Ve İngiltere'li alacaklılarım Amerika'ya kaçtığımı düşünebilirdiler.Bu da benim için iyi olmazdı.
Burada sonsuz ev kredimin olduğunu biliyordum ama birilerine yük olmak hoşnutluk verici bir şey değildi.Acilen bir iş bulmalıydım.Bunları düşünerek ilanları incelerken sevgili dostum Dawson'ın kapıdan bana baktığını gördüm.Bana göz kırptı ve:
"Umarım bugün ki sergiyi unutmadın?" dedi.
İşte bu şehrin en sevdiğim özelliği içerisinde 300'den fazla müze ve galeri barındırması.Bir şehirde bundan daha güzel ne olabilir ki?
"Tamamen aklımdan çıkmış.Umarım geç kalmıyoruz."
"Şimdi çıkarsak büyük olasılıkla son gösterime yetişiriz."
Bunun üzerine hemen ayaklandım ve hızlı hareketler ile hazırlanma safhasına geçtim.
British Museum yılda 1-2 kez özel gösterimler yapardı ve benim gözümde bunlar oldukça değerliydi.
10 dakika sonra kendimi "Tottenham Court Road" istasyonunda buldum.Dawson bana trafiğin çok kötü bir durumda olduğunu ve metroyla gitmemizin çok daha mantıklı olabileceğini söylemişti.Saatime baktım ve son gösterim için kapıların kapanmasına 7 dakika kadar olduğunu gördüm.Bunun üzerine deliler gibi koşmaya başladık.
Bu bizim geleneğimizdi.Amerika'ya taşınmadan önce yani küçükken böyle gösterimler olduğunda ancak Çarşamba geceleri son gösterime yetişebilirdik.Anne-babalarımızın işten çıkış saati buna el veriyordu çünkü.Orada ne kadar eğlendiğimi hatırladım.Eserler hakkında uzun tartışmalarımız vardı.
Bu arada insanların bize attığı "garip" bakışların arasından sıyrılıp 2 dakika kala içeri girmiştik.Birkaç şeye göz attıktan sonra ilgimi başka bir şey çekti.Bir kız.Kadın.Doğru kelimeden emin değilim.Kulağında kulaklık vardı ve ayakları ile tempo tutuyordu.Oldukça hareketli bir şarkı dinliyor olmalıydı.Dikkati Baselitz'ın üzerine toplanmıştı.
Böyle bir ortamda kız kesmek pek benim tarzım değildi.Yanına yaklaşırken gözüm Dawson'a kaydı.Bana muzip bir gülüş fırlattığını gördüm.Ben de ona 3 numaralı "siktir git" bakışımı attım ve yürümeye devam ettim.Yavru ceylanıma yaklaştığımda Baselitz'a bir göz gezdirip
"Çok güzel değil mi?" dedim.
Bana döndü ve iyice bir süzdü.
"Evet öyle" dedi.
Kulaklığa rağmen benim düşük sesli,utangaç ses tonumu yakalaması ilgi çekiciydi.Ben kafamda bunları kurarken o yanımdan uzaklaşmıştı bile.
Uzun bir gecenin ardından kısa sayılamayacak bir süre sonra ilk defa kolaylıkla uykuya dalmıştım.Sabah uyandığımda hemen günlük gazeteyi kaptım.İş ilanları kısmına geçmeden önce başka bir haber dikkatimi çekti.
"British Museum'da Yangın!"