Bedenim yorgundu ama bu işe gitmemek için yeterince iyi bir sebep değildi. Dün yaşadığım durum karşısında oldukça şaşkındım, hem ben öyle kolay kolay heyecanlanmazdım! Holden meselesini kafamdan uzaklaştırmak istercesine bir çırpıda banyoya girdim ve soğuk suyla yüzümü yıkadım. Bembeyaz kesilmiş yüzüme renk gelmeliydi. Bu halimle ruhtan farkım yoktu.
Saçlarımı basitçe bir topuz yaptım ve sürdüğüm rujla yüzüme renk gelmesi için dua ettim.
Üstüme geçirdiğim basit bir tişört ve pantalonla evden çıkmaya hazırdım. Sıradan bir kafede çalışmak, kendinize çok özen göstermenizi gerektirmiyordu. İşe koşuşturan beyaz yakalılar sabah saatlerini işgal ederlerdi. Sabah kahvelerini içmezse ayılamayan tonlarca insan. Kafeinin gücüne inanan tavuklar. Ve bu beyaz yakalı tavuklar bardaklarının içindekinin sudan ibaret olduğunun farkında değiller.
Giriş kapısını ittirdiğimde çalan zil, Luke'a girdiğimi haber veriyor. Hızlıca ceketimi arka tarafa asıyor ve önlüğü boynumdan aşağı geçiriyorum. Tezgahın önüne geçtiğimde bana bir şey demek istercesine yanıma yaklaşıyor.
"Geçenlerde Lizzy sana fazlasıyla bozulmuş. Gecenin bir yarısı kapıma dadandı."
Söylemeyi unuttum, Luke da alkol bağımlıları grubumuzun içinde. Kendisi şuanda 12 basamağı tamamlamak üzere. Yani o tamamen temiz. Ağzına kahve dışında bir içecek sürmüyor bile. Buradaki işi bulmamı sağlayan da o. Grup tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük. Bu insanların hiçbiri size alkol bağımlısı olduğunu söylemez. Hepsi haftanın birkaç gününde kendi hikayelerini bodrum katlarında başkalarına gizlice anlatmakla meşguller.
Luke'a umursamıyorum dercesine omuz silktim. Elime aldığım bezle bankoları silmeye başladım. İnsanlar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı bile. Bir yandan siparişleri alıyor bir yandan da etrafı toparlamaya çalışıyordum. Filtre kahveler, americanolar, latteler... Hepsi aynıydı. Bir ölçü espressonun yanına ne ilave ettiğiniz önemliydi. Ama insanlar siparişlerini söylerken çok önemli bir işi hallediyormuşçasına baygın baygın suratınıza bakarlardı.
"Grande latte, soğuk olsun."
Duyduğum ses, Luke'un sipariş aldığı kişiye bakmamı sağlamıştı. Geçen gün pub'da tanıştığım o tıp öğrencisi, Henry, orada tam olarak karşımda duruyordu. Siparişini verdiğinde yavaşça tezgahın yanındaki sırada ilerledi. Bakışları beni arıyordu. En sonunda gözlerimiz buluştuğunda kibarca gülümsedi. Sıcak espressonun üstüne sütü ve buzu ilave ettiğimde kahvesi hazırdı. Önüne bıraktığım bardağı yavaşça aldı.
"Çok mu hızlı davranmışım?" dedi kıkırdayarak.
"Aslında ben de tam olarak nerede kaldığını merak ediyordum." dedim
Kahvesini yudumladığında beğenmiş gibiydi. Bankoya kollarını dayadı ve beni izlemeye başladı. Ben siparişleri hazırlarken meraklı gözleriyle beni seyrediyordu.
"Beğendiğine sevindim." diye seslendim tezgahın öbür yanından.
Çantasından çıkardığı kitabı önüne koydu ve bir şeyler karalamaya başladı. Bir yandan beni izliyor bir yandan da önündeki neredeyse bin sayfalık kitapla bakışıyordu. Elinde tuttuğu kalemi farkında olmadan dudaklarının arasına götürdüğünde kıpırdandım. Nefes kesici bir doktor olacaktı.
"Şu, sıradaki sarışın kadın, çok zayıf. Hatta fazlasıyla zayıf. Koordinasyon eksikliği var. Kesinlikle amyotrofik lateral sklerozu var." dedi.
"Sen neyden söz ediyorsun?" dedim gülerek. Fazla abarttığını biliyordum, beni güldürmek için yapıyordu.
"Yakında felç kalacak." dedi fısıldayarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayal
Romanceİnsanlar dünyanın güvenli ve düzenli bir yer olması için yıllarca çalışırlardı. Ama kimse bunun ne kadar sıkıcı olabileceğinin farkında değildi. Bütün dünyanın parsellendiğini, hız limitleri konduğunu, bölümlere ayrıldığını, vergilendirildiğini ve d...