Mart 2014

285 23 10
                                    

14.03.2014

Nereden geldiğimi, kim olduğumu ve neler yaşadığımı değiştiremeyeceksem neden utanç duyayım beni ben yapandan? Doğru, belki biraz korkak ve biraz da günahkarım fakat kim değil ki? İnsanı hayatta kalmak adına her şeyi yapmaya iten bu dünyada tek yapamadığım o, hayatta kalmak. İnanıyorum ki bir gün daha fazla hayatta kalmak için çabalamama gerek kalmayacak, ve düşünmeden yaşayacağım sadece, nefes alır gibi. Yaşamak, ve bundan keyif almak bir refleks olsun istiyorum. Hayatın bana attığı her boka karşı bir refleks! Hızlı mı hızlı hem de! Bir kedi gibi, ya da belki bir aslan... Aldırmayın bana, bir farenin hayalleri bunlar. Ufak deliğinde saklanan, sokakta cirit atan kedilerden kaçan bir fareyim sadece. Fakat çok zor her şey, insanlar kedileri seviyorlar ve besliyorlar onları, peki ya fareler? Fare zehirleri var, ve fare kapanları, nefret dolu bakışlar var, ve beni her gördüklerinde çığlık atıyorlar. Her aldığım nefes için ölmeyi hak ediyorum, çünkü ben onlar gibi değilim. Mutlu bir eve doğmadım ben, bu şehir beni sokağa tükürdü, ancak şimdi tükürdüğünü yalıyor. Karma değil mi işte? Eh...

Bugün saat sabahın beşine gelirken uzunca bir süre mutfağı karıştırdım, formam kırışıktı ve üzerinde iki gün önce Hyung'un 'yanlışlıkla' bana dirsek atmasından bolca kanayan burnumun imzası duruyordu. Yıkamayı denedim fakat bir şekilde daha da bulaştırdım, hep böyle olmuyor mu zaten? Ne diyordum? Dolapta eğer yersem beni öldüreceğinden emin olduğum bir çok şey vardı, bir gün hepsini temizleyeceğim diyip duruyorum ama hiç vaktim olmadı. Babamın tuvalete kalktığını duymamla bir evden fırladım. Kıravatımı takmayı unuttuğumu fark ettiğimde postaneyi geçmiştim, ayaklarım pedallardaydı. Müdürden azar işiteceğim kesindi fakat daha önemli işler vardı hakkında düşünülecek! Sabahın onunda olan dersim için dört buçukta uyanmak zorunda olduğumdan bu hayattan nefret ettim, canımı sıkan tek şey buydu bu sabah. Ne babamın tahminen gece beni eşek sudan gelinceye dek döveceğine, ne biraz sonra Hyunshik Hyung'un kapakları yıpranmış okul kitaplarımın arasına altı adet, içi parayla dolu zarf sıkıştıracağına ve sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi elini omzuma atacağına, bana zihin açıklığı dileyeceğine sinirliydim. Sadece yorgundum, yatmak, uyumak, dinlenmek istedim. Tek derdim buydu.

Hava yine çok soğuktu. Ceketimi Taehyung'un odasında unuttuğum için kendime bir süre kızdım, güneşin yavaşça -oldukça yavaşça- doğmasıyla ısınacağımı biliyordum fakat bisiklette süratle giderken beni avcu içine alan rüzgara lafım elbette geçmiyordu. Titreyen çeneme aldırış etmeden Hyunshik Hyung'un apartmanına doğru çevirdim pedallarımı. Gökyüzü güzeldi, ellerimi havaya kaldırdım ve yokuşu inerken gözlerimi kapattım, üç saniyelik bir özgürlüğün tadı damağımda kaldı.

Hızlıca indim bisikletimden, ve kaldırıma bıraktım onu. Yorulmuştum, nefes nefeseydim adamın kapısının önünde bittiğimde. Hemen parmaklarımın arasında parçalanmak üzereymiş gibi duran telefonumun çiziklerle -ki ben onlara anılar demeyi seviyorum- dolu ekranındaki numaraları süzdüm. Saat beşi on altı geçiyordu, yetişmiştim, bu beni tatmin etti ve gülümsedim kapıyı tıklattığımda. Sanki kapının hemen ardında beni bekliyormuşçasına sonuna kadar açtı kapıyı, belki sadece iki saniyede buldum onu karşımda.

"Günaydın Jeonggukkie." Hyunshik Hyung koca bir adam gibi -her zaman böyle tasvir ediyorum onu biliyorum fakat ona bu kelimelerden daha iyi uyan bir şey bulamıyorum- gülümsedi bana. Ona bakmak için başımı kaldırdım, benden hayli uzundu ne de olsa. Doğru ona bakmak için başımı kaldırıyordum ve belki ona yumruk atmak isteseydim parmak ucuna kalmam gerekecekti fakat yine de ondan tırsmadım. Onda bana güven veren bir şey vardı, belki mesafeli bir baba figürüydü benim için bir nevi. Babamla konuşalı seneler olmuştu, son beş senedir sadece bağırıyorduk, kimse konuşmuyordu ve kimse dinlemiyordu.

My City | 방탄Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin