03:30
"Dudaklarım kuruyor hyung, şunca vakitte kaç bardak soju içtiysem de susuzluğum dinmedi. Diyeceğim o ki, ben bu diyardan gitmeden önce hyung, sana hissiyatımı bırakmak gâyesiyle kalem tutan elimi bu sararmış kağıtlara dayandırdım. Çünkü göğüs kafesimde büyüyen, bunca zaman da kafesimin içinde bir kez olsun boğazımdan geçerek dudaklarımdan sızmadan orada muhafaza ettiğim bu elzem hissiyatımı toprağa götürmek istemedim. Belki meraklanmışsındır, bu çocuk ne zamandan beri düşmüştü bana veyahut ben bunu niçin fark edememiştim diye. Hyung, ben en başından beri senin derinliklerinde gezinmeyi sürdürdüm. Dört sene önce, azap ile birlikte sen de geldin bu kasabaya. O zaman apansız ölüm ihtimali çocuk bedenimin çok yakınında var olmaya devam etti herkeste olduğu gibi. Ben seni o yıl kışında, bulut hakimi olmayan bir gökyüzünde buldum. En parlak olan kandil bedeninin üstünde yükseliyordu, ışıltısı sen gibiydi. Bir süre yokluğunun soğukluğu vurdu kasabayı. Fidanlarımız büyümeden öldü, çayırlarımızı don bürüdü, elimiz ayağımız buz kesti. Kötünün ardından en kötüsü denk gelir ya... Yazgı diyerek sukûnetimizi koruduk ve yine sen geldin, başının üstünde çoban yıldızı gülümsüyordu. Ben o vakitten sonra bulutlara düşman oldum. Fakat tepemizdeki yığınlara inat sen gitmedin, buraya yerleştin. Hâkimiyet adıyla geldiğin bu toprakta bizden de çok sürgündeydin değil mi hyung? Gözlerindeki parıldayan acıyı gördüm, acına rağmen gülümseyen dudaklarını da... Sonra sana daha da düştüm. Körpeliğim ve kusurlarımın verdiği çekingenlikle yakınına yaklaşamadım lâkin gözümü, en azından vizyonuma girebiliyorken bir an olsun üzerinden çekmedim. Sen cömerttin, güzel bir yüreğin vardı ve bunu fark edebildin hyung, değil mi? Zorbalıklar arasından beni çekip bedeninle hantal vücutlara baş kaldırmıştın. Senin aleyhine bir eylem gerçekleştiremeyeceklerini bilmeme rağmen heyecan ve mutluluktan ötürü şoka girmiştim ki bunu beni kurtarmak amacıyla yaptığına inanamamıştım; hâlâ da inanamamaktayım. Ertesi günü büyük çadırın sol tarafında oturuyordun, ben de yanına gelmek için içselliğimle büyük bir kavgaya girdim ve nihayetinde soluğumu yanında aldım. Acı barındıran gözlerin benimkilere temas ettiğinde nefesim boğazıma tıkanmıştı. Ellerimi bedenimin arkasına götürüp belimi büktüm. Üzerimde bıraktığın etkiden nefret etmiştim, sana karşı bu kadar zayıf olmaktan da... Benimle konuşuyordun yalnız ben sadece dudak hareketlerini takip ediyordum, sesler birbirine karışırken ve bu seninle olan ilk etkileşimim iken dediklerini algılayıp başımla onaylayacak deyişini belirlemek imkânsızlaşıyordu. Ben seni dört beş günde bir dahi göremezken hayallerimi bürümeye devam ettin, hiç terk etmedin ruhumu, kezâ ruhuma karışmış bir ruh gerçekliği vardı. Yara alan, mağdur olan ve kısıtlanan düşmanımın koluna girip sana getirirken etraftan yuhalanmamı, daha sonrasında bu kinin fiziki şiddete dönüşümünü de umursamıyordum. Böylesine aciz bir insan olarak ölümün ruhumu çekip almasını nasıl umursayabilirdim ki? Anlatacak çok hatıra, zihinlerimize kazınmış anılar var ve her birisinin verdiği duygusal yükler beni bitkin hale getirdi ne yazık ki. Hyung, hayatımda yaptığım en kesif şey seni sevmekti. Ben seni sevdim, sevmekten hiç bıkmadım. Güzelliğini sevdim, bulut uysallığındaki ses tonunu sevdim, kibarlığını, heyecanlandığın vakit hızlanan konuşmanı, kalp dudaklarını... Her birisini ayrı ayrı kıymaya korkarak sevdim ve hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Bu sevişimin karşılığını beklemiyordum yine de sen zariftin, cömerttin. Bir şeylerin olacağını sezdin değil mi hyung? Veyahut, bir yerlerden kulağına geldi. Kuyudan çıkardığım son kovayı sırtlanıp götürürken nazik sesini işittim biraz ötemde. Yüzünde endişeli, acıdan ziyade karmaşık bir duygu yükü barındıran ifade bedenini kuşatmış, parmaklarını birbirine kenetlemiş bir halde karşıdan bana yaklaşıyordun. Adım atıyor olduğunu dahi sorguladım o an, gökyüzünde bulut yoktu. Yahut sen, bulutları yeryüzüne indirip ayakların altında attığın her adımda seni sürüklemesi için hüküm mü ettin? Aklım ermiyordu. Karşımdaydın, bu yıldızların başıma düşeceğine bir işaret miydi? Konuşmaya başladın ve o an kandiller parıldadı kirpiklerinde. Gökyüzündeki yıldızlar birer birer kaybolup harelerinde beliriyordu, bana hayatımda hiç görmediğim bir galaksiyi oluştururken ben o boşlukta süzülmek istiyordum. O an sana nasıl bir görüntü verdiğimi bilmiyorum, muhtemelen afallamıştım fakat hyung, ben o an yere çöküp güzelliğine ağlamak istedim. Bir şekilde hareket ediyordum, parmağımı yanağına uzattım, dokunuşum göz kenarını teğet geçtiğinde kalbim göğüs kafesime öyle bir vurmuştu ki, bu uyarı mıydı algılayamadım. Bekledin, belki dokunuşumu tamamlamamı bekledin. Eylemim tamamlanmadan bittiğinde bakışlarını kucağıma düşürdün. Dudak kenarların kıvrıldı, ben harap oldum. O an ayakta kalmaya dayandıysam bu senin beni çok iyi bir ustalıkla yönetiyor olmandan kaynaklıydı. Ne zaman gideceğimi sordun, cevap veremedim. Kısıtlılığımın yükü beni ensemden kavrarken senin durumu kavrayışın ve irislerine vuran pişmanlık belirtileri yerin dibine girme isteğimi güçlendirmişti. Keşke o vakit dile gelseydim de, bana mahcup olmana mani olsaydım. Algıladıktan hemen sonra belki kalbimi kırdığını düşündüğünden dolayı istemsizce kollarını bana uzattın, omuzlarıma dokunduktan hemen sonra özür diledin. Hyung ben hayatımda hiçbir zaman konuşmayı bu kadar istememiştim. İyi olduğumu belli etmek adına gülümsedim, bir ihtimal gözlerindeki acı silinir diye, fakat o seninle birleşmişti. Verdiğin nefesi soludum, yakınlığın başımı döndürdü ve alnımı omzuna bıraktım, kokun ciğerlerime sininceye dek soluğumu hapsettim içimde. O gece nasıl bitti, ben oradan seni bırakıp nasıl ayrıldım bilmiyorum. Ama bildiğim bir durum var ki, ben yaşamam gereken her şeyi yaşadım, fazlasını istemedim. Seninle birlikte kendimi buldum, büyüdüm. Sabahtan yola çıktığım vakit hyung, sen olmayacaksın. Muhtemelen bir müddet burada barınıp tekrar ülkene döneceksin. Ben döndüğümde bu kasabanın toprağına karışacağım, belki adım attığın bir yerlerin derinliklerinde yatacağım. Olsun hyung, buna razıyım. Daha fazlasını düşünmek sadece aklımı yitirmeme sebep olur ve ben huzuru tatmış bir ölüm bekliyorum. Burada bırakacağım, yazacak bir şey kalmadı. Zihnimde gözlerin dolaşıyor dün geceden beri ve ben bu görselle teslim edeceğim bende kalan son şeyi. Hyung, yükseldiğim zaman, galaksinin hemen aşağısında, kirpiğinin üstüne düşen bir yıldız tozu olacağım değil mi? O vakit söz veriyorum, adını kendi sesimden işiteceksin.
Sana düşen donsaengin, Jaehwan."4 gün sonra, Panmunjom Köyü.
Cılız vücutlar teker teker büyük çadır önünden geçirilip toprağa karışmak amacıyla uğurlanıyorlardı. Acı, ağıtlar ve gözyaşları kalabalığına eşlik eden uçak sesleri katillerin adını bağırırken gün doğumu habercisi kuşlar yakarışları karşılıyordu kendi ötüşlerinde. Görevli kabile gitmemişti, cansız vücutların yan yana dizildiği sıra başlarında yer alıyorlardı ve bunlardan en sağ taraftaki bedenin arkasında eksik kalan yıldız o gece donsaenginin ölümüyle kaymış, toza dönüşüp Minhyun'un kirpiğine tutunmuştu. Sözü vardı, gözyaşı akıtıp saenginden kalan o yıldızı kirpiğinden düşürmeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hyung.
Fanfiction"Hyung, yükseldiğim zaman, galaksinin hemen aşağısında, kirpiğinin üstüne düşen bir yıldız tozu olacağım değil mi? O vakit söz veriyorum, adını kendi sesimden işiteceksin."