Uykumdan titreşip duran telefonum sayesinde uyanmak zorunda kaldım. Babam arıyordu "Günaydın tatlım, uyandırdım mı?" diye sordu,"Eah şey evet ama sorun değil.." "Üzgünüm, konuşmak için fazla erken bir saat seçmişim. Uykuna dönmek istersen sorun değil hayatım." Karşımda ki insan dünyadaki en sevdiğim -hatta tek sevdiğim- insan olmasaydı telefonu açmaya bile tenezzül etmezdim. "Bayım sizinle günün her saati konuşabilirim, lütfen devam edin." kahkaha attı. Günün bu saattinde nasıl bu kadar neşeli olabiliyor bilmiyorum ama gülüşü beni de neşelendirdi.
"Evet bayan size önemli haberlerim var." yattığım yerden doğrulurken"Sizi dinliyorum bayım." dedim "Chuck evleniyor ve biz İrlandalılara yaraşır bir düğün yapmayı planlıyoruz. Bütün aile düğün için toplanıyor ve buradaki herkes, -özelliklede ben- sizi görmeyi diliyor bayan." Chuck mı? Tanıdığım tek Chuck Gossip Girl'deki Blair'e aşık olan hoş çocuk. "Eah...Şey...Chuck'ı hatırlayamadım.." "Kuzenin Chuck, Westry amcanın oğlu" sesinden bozulmuş olduğu bariz belliydi "Ah,Chuck! hala uyku sersemiyim." Umarım bir gün bu küçük yalanlarım yüzünden cehennemi boylamam.. "Ee ne düşünüyorsun, gelecek misiniz bayan?" "Davetiniz için teşekkürler bayım fakat adı Bernice olan küçük bir sorunumuz var.."
Sevgili annem babamla konuşmama, mesajlaşmama, iletişim kurmama hatta ona baba bile dememe kızıyordu. Derin bir nefes alıp "Ben onunla konuşurum" dedim "Teşekkürler! Ha bu arada iyi şanslar. Seni seviyorum!" Bolca şansa ihtiyacı olacaktı.. "Bende seni seviyorum, anneni yarım saat sonra ararım" deyip kapattı.Pıjamalarımı çıkartıp üstüme kotumla kapüşonlü kazağımı geçirdim. Her sabah olduğu gibi Bernice ve onun sevgili Jack'i baş köşelerıne kurulmuşlardı, şimdi izninizle size Jack'i tanıtayım. Annemin tasarımlarını çizdiği markanın İngiletere'deki temsilcisi. Yüzü ve vücudu ne kadar hoşsa, beynide o kadar boş, tıpkı annem gibi...
Benim için hazırlanan kahvaltını tabağını alacaktım ki annem elimi tutup "Bu sabahta mı bizimle yemeyeceksin?" diye rutin bir soru sordu, nefes bile almadan "Elbette, her akşam her sabah her lanet yılın her günü olduğu gibi bu sabahta sizinle yemeyeceğim." deyip elimi çektim, tabağımı alıp salona geçtim. Kızarmış ekmeğimden bir ısırık almıştım ki annemin telefonu çaldı, bardağımı kafama dikip süt doldurmak bahanesi ile mutfağa gittim. Annemin soğuk sesinden anlaşılacağı üzere babam ile konuşuyordu, "Düğün mü? Yanına mı gelmesini istiyorsun?" gözlerini bana dikti, bu bakış eğer yanlış bir şey söylersem bana yapacaklarının fragmanıydı.
"Bir dakika" deyip, çalışma odasına geçti ve yaklaşık on beş dakika sonra yüzünde alaycı bir gülümseme ile yanımıza geldi "Josh senin Irlanda'ya onun yanına gitmeni istiyor, haberin var mı?" gülümsemesinin yerini kahkası aldı, kafamı salladım "Komik olan tarafını bize açıklayacak mısın yoksa deli gibi kendi kendine gülmeye devam mı edeceksin?" diye sordum ciddiyetle, iri olan gözlerini daha da irileştirdi "Sakın bana gıtmek ıstedığını söyleme.." şimdi gülme sırası bendeydi "Kesinlikle gideceğim." dedim, Birden bağırmaya başladı "Benı sınır etmek ıçın yapıyorsun! Benden nefret edıyorsun!" sinirden suratı kıpkırmızı olmuştu ve onu bu hale getirdiğim için kendimle gurur duyuyordum. "Senden nefret mi ediyormuşum?" seslice gülüp "Anne burada ergen olan benim lütfen rolleri karıştırma." dedim ve dudağımı büzdüm. Jack onu kolundan tutup yukarı çıkarırken peşlerinden "Ha bu arada, ister izin ver ister verme ben oraya gideceğim." diye seslendım. Jack'in annemi sakinleştirmeye çalışan sesi eşliğinde kahvaltımı yaptım.
********
Annemin bana zorla aldırttığı ünlü markaların çuvala benzeyen elbiselerinden kesinlikle giyemeyeceğimden sabah erkenden alışverışe çıktım. İnsanların neden böyle elbiselere servet ha
rcadıklarını anlayamıyorum. Servet harcadıkları elbiseler çuval gibi kendileri de patatesler gibi gözüküyordu. Aman ne seksi, gerçi her zaman patateslerin seksi ve lezzetli olduğunu düşünmüştüm. Herneyse kendime düğünde giymek için sevimli minik bir elbise ile bir kaç ıvır zıvır -günlük kıyafetler,kremler,makyaj malzemeleri,aksesuvarlar- aldım ve alışverişimi iki saat içinde bitirdiğim için kendimi starbucks'taki kekler ile ödüllendirdim. Yaklaşık bir saatimi starbucks'ta öldürdükten sonra taksi çevirip barındığım yere döndüm. Eve arka kapıdan girip doğrudan odama sıvıştım, valizimi hazırladıktan sonra banyo yapıp aldığım kremleri yüzüme ve vücuduma boca ettim sonuç olarak peluş bir oyuncak gibi yumuşacacık bir halde yatağıma yattım.
Sessizce üstümü giyip, evden tüydüm. Annemler ile vedalaşmaya ne vaktim ne de gönlüm vardı.Bir buçuk saatlik yolculuğumu çizim yaparak ve uyuyarak devam ettim. Havaalına indikten yaklaşık beş dakika sonra bana koşar adımlarla yaklaşan babamı gördüm. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum, bana sarıldığında daha fazla direnmenin anlamı olmadığını anlayıp ağlamaya başladım. Beni kendinden ayırıp yüzümü ellerinin arasına aldı "Çok büyümüşsün, çok güzel olmuşsun.." Onunda gözleri yaşlıydı, bu vıcık vıcık sevgi dolu sahne hiç bana göre değildi "Sizde fazlasıyla yakışıklı olmuşsunuz bayım" dedım gülümseyerek, nazikçe elimi öpüp "Bavulunuzu taşıyabilirim bayan?" diye sordu, omzuna vurup "Kes şunu" dedim gülerek". Hadi gidelım herkes bizi daha doğrusu seni bekliyor." Yol boyunca babamın playlistindeki şarkılardan dinleyip, sohbet ettik. Arabanın karnını doyurmak için durduğumuzda arka koltuğa geçip uzandım..
Babamın "camdan dışarı bakma" önerisiyle doğrulduğumda dilim tutuldu, manzara gerçekten nefes kesiciydi. "Burası neresi?" diye sordum "Moher Kayalıkları" "Durabılır mıyız?" "Hemen duruyorum" dedı içimi ısıtan bir gülümseme ile.Durduğumuzda çantamdan makınemı almış hazırda bekliyordum, hava fazla rüzgarlıydı ama gene de bu manzarayı doya doya seyretmeme engel değildi. "Burayı seveceğini biliyordum." dedi ceketini omzuma koyarken, "Beni iyi tanıyorsun." dedim gülümseyerek. Biraz fotoğraf çektikten sonra arabaya geri dönüp, yola devam ettik.
Taştan yapılmış şirin bir pansiyonun önüne geldiğimizde "Pansiyon da mı kalacağız?" diye sordum "Marry teyzen bu pansiyonu işletiyor,bir hafta boyunca bütün akrabalar burada kalacağız. Çok eğleneceğini temin ediyorum!" dedi gülerek, kapının önünde sürüsüyle araba vardı. Ciddi söylüyorum istesem bu arabalar ile fuar falan açabilirdim. Ben bunları etrafa bakınırken babam bavullarımı almış yola yarılamıştı, yetişip kapıyı çaldım. Sevimli küçük kumral bir kız kapıyı açtı, önce bana sonra babama baktı "Hey millet! Josh amca ve kızı geldi." diye bağırdı. Birden evin içindeki herkes kapının oraya doluştu, tanıdığım daha doğrusu hatırladığım insanların sayısı bir elin parmak sayısını geçmezdi, hepsi bana ne kadar büyüdüğüme ya da güzelleştiğime dair saçma salak cümleler kuruyordu.Herkese gülümseyip, el sıkışmaktan fenalık gelse de gerçekten eğleniyordum.
Ortalık biraz sakinleştikten sonra çocukların oyun oynadığı odaya yöneldim. "Merhaba" dedim gülümseyerek, meraklı gözler beni tepeden tırnağa inceliyordu. Bize kapıyı açan kız ayağa kalkıp "Millet! Bu Josh amcanın kızı, bu arada ben kendımı tanıtmayı unuttum Ashley" elini uzattı. Elini sıktıktan sonra "Seni daha önce burada görmedim, duydum ki Paris'te yaşıyormuşsun?" "Doğru duymuşsun" dedim gülümseyerek. "Bana oraları anlatır mısın?, lütfen!" Belli ki bu bir soru değildi, cevap vermeye fırsat vermeden beni koltuğa oturtup kendisi de hemen yanıma yerleşti.Bir sürü çocuk başıma toplandı, kapı çalana dek soru bombardımanına tutuldum.
Bu ailede bir sorun var ne zaman kapı çalsa hep birlikte kapıya koşuyor, gelen insanı sarılıp sarmalıyorlardı. Odada yalnız kalmak istemediğimden bende peşlerinden gittim. "Ne yakışıklı ama!", "Ash çok tatlı!" Ashley merdivenın tepesinden hayran hayran bakıyordu, parmak uçlarıma çıkıp, çocuğu görmeyi umdum ama birden herkes önümden çekiliverdi ve çocukla göz göze geldik. İçimden bir tane küfür savurup, sorun ayakkabılarımdaymış gibi yaptım. Babam elini uzattı, yanına gittim. "Tatlım Ash ile tanış hadi belli ki hatırlayamadın" Ash gülümseyip elini uzattı, kalbim neredeyse fırlayacaktı..