Multimedyadaki şarkı ile beraber okumanız tavsiye edilir.
"Kapat o çeneni!" Kız kardeşimin tiz sesi kendi bedenim gibi evin tüm duvarlarını titretirken derin bir nefes aldım.
Aynı oyunun farklı bir perdesiydi sadece bugün de. Birazdan, kardeşim öfkesini, hıncını ve nefretini babamın bize miras olarak bıraktığı dolarların ve arabaların yanındaki üç onyıllık Black Label* [*Black Label : ağır bir viski çeşidi ] şişesine sarılarak çıkaracaktı. Büyük ihtimalle, şişeyi tıpkı öğlen bitirdiği ve salondaki ve kendi odasındaki diğer şişelerin yanında bir çöp olmadan önce duvarda parçalayacaktı. Sonra, sessizce sızmadan önce kafasını yastığına gömüp bir histeri krizine girecek, cılız kollarıyla bana sarılıp üzgün olduğunu mırıldanacaktı.
Ya da, genelde yaptığı gibi Black Label şişesini, iğnelerle delik deşik olmuş küçük bir kelebek dövmeli kolunun altına sıkıştırıp, kapıyı her zamanki gibi öfkeyle yüzüme bakmadan vurmadan önce küfredip dışarı atacaktı kendini.
"Vera?" Sorum her zamanki gibi havada kalırken iç çektim.
"Gidiyorum," diye bağırdı. Odasının kilidi sökülmüş kapısını hızla çarptı.
Başımı salladım ve salona geri ve yavaş adımlarla yürüdüm. "Anahtarını unutma."
"Geri geleceğimi söylemedim!" Vera'nın kırmızı kafası görüş mesafeme girdiğinde birazdan olacaklar için hazırlıksızdım. Her zaman böyle söylerdi ancak gerçekleşebileceği kimin aklına gelebilirdi ki?
"Vera.." Kız kardeşimin ismi havada asılı kaldı.
"Ne var be? Vera, Vera, Vera." Hasta bir parıltıyla parlayan benimkinden bir ton daha koyu olan mavi gözlerine baktım. Gözleri, tıpkı terapi gruplarında gördüğüm diğer alkoliklerde gördüğüm parıltıya hapsolmuş, sadece şişenin sonundaki gün ışığını görünce rahatlığa kavuşacak nefret ve öfke duygularına mahkum olmuştu.
"Hayır," dedim beklediğimden güçlü bir sesle. "Sana içki falan vermiyorum."
"Ne demek vermiyorum?!" Kız kardeşim birkaç kez daha tiz çığlık sesini kulaklarımla buluşturduktan sonra salonun ortasındaki sehpamızı ayağındaki siyah postallarla devirdi.
"Ne demekse o demek," diye mırıldandım ve oturduğum koltukta bacak bacak üstüne attım.
Küçük bir kahkaha attı ve titreyen ellerini yüzüyle birleştirdi.
"İstersen nereden bulacağını biliyorsun," dedim mantıklı bir şey demiş gibi.
"Biliyorum!" Kız kardeşim tüm gücünü bağırmaya harcadıktan sonra, aynı cümleyi bana saatler süren bir süre boyunca söylemeye devam etti.
"Biliyorum!" diye haykırdı sonunda. Titrek elleri, tıpkı onun gibi güçsüz kızıl saçlarıyla buluştuğunda gözleri ilk defa bana eski tonunu hatırlatan bir şekilde baktı. Hiçbir zaman o tona dönemeyecekti, dönmeyecekti. Dönemezdi.
"Vera.." dedim, kız kardeşimin adı titrek dudaklarımla buluşana dek gözlerimden akan yaşları fark edememiş, oturduğum yerden kız kardeşimin uzun süredir yaşamadığı krizini izlemiştim. Gözlerimi kırpıştırarak ona doğru bir adım attım ve hızla onun cılız ve güçsüz bedenini, onunkilerden daha güçlü olduğuna inandığım kollarımın arasına aldım.
Aramızdaki sessizlik, güçlü iç çekişlerden ve kesik nefeslerden oluşuyordu; ikimiz de bu sessiz an boyunca söylemek istediklerimizi duyuyorduk. O üzgündü ve ben de ona bunu çektirdiğim için üzgündüm.
Kafamı, ona yasladığım kafasından ayırıp dolu dolu, iri gözlerine baktım. Titremesi devam ediyordu. İyiye işaret değildi, gerçi, kız kardeşimle ilgili hiçbir şey iyiye işaret değildi.