Odama artık alışkanlık haline getirdiğim ağlamamla girdim. Kapıyı kilitledim ve yerde dizlerimi kendime çekerek ağlamaya devam ettim.
Şey... Ben Nabi (나비). Hayatta hiçbir zaman ismimin anlamı olan 'kelebek' kadar özgür olamadım.
Annem Türk babam ise has bir Koreli. Annem ben doğarken vefat etmiş. Babam ise -ki bu ismi hiç haketmiyor- alkolik bir... Her neyse, anlarsınız. Babam hergün eve farklı bir kadınla gelir. Az önce yine öyle oldu.
Masada bir kaç lokma bir şey yerken -bunu nadiren yaparım- babam, onun getirdiği, saçlarının boya olduğu belli olan sarışın kadının yanında, sırf onları rahatsız ettiğimi düşünerek tam kaşımın üstüne tokat attı. Kaşımdan aşağı akan sıcak sıvıdan oranın kanadığını anlamıştım.
Ağlamalarım artık hıçkırıklara dönünce aslında ağlamamın bir fayda etmediğini düşünerek ayağa kalktım. Uzun kollu tişörtümün kollarını yüzümü silmek için kullandım.
Yaslandığım kapının yanındaki tek kapaklı aynalı dolabımın önüne geçtim. Aynadan yüzümü incelemeye başlamıştım.
Ağlamaktan kızarmış badem büyüklüğündeki koyu kahverengi gözlerim, hafif kirlenmiş siyah dalgalı orta uzunluktaki saçlarım, kaşımın üstünde kanayan yara, diğer yediğim tokatlardan kaynaklanan yüzümün veya vücudumun belli yerlerindeki sararmaya başlayan morluklar. Ama yine de hepsi tokatlardan kaynaklanmıyor. Vitamin eksikliğinden kaynaklanan düşüşlerim de buna dahildi.
Kollarımdaki morlukları kapatmak için uzun kollu giysiler giyerdim genelde. Yüzümü gizlemek içinse maske takarım, makyaj yapmam çünkü nasıl yapıldığına dair hiçbir fikrim yok.
Bunlar dışında yaşadığım olaylar yüzünden içime kapanığım. Ağzı var dili yok misali.
Uzun zamandır düşündüğüm bir planım vardı. Sanırım artık bugün bunu gerçekleştirmeliydim.
Dolabımı açıp zaten bir kaç parça olan siyah kıyafetlerimi, tişörtlerimle aynı rafta olan kumaş çantaya doldurmaya başladım. Dolapla işimi bitirip odaya bir göz attım. Özel eşyalarımı ve benim için değeri büyük, babamın nadir konuşmalarımızda söylediğine göre annemin olan kolyeyi de çantama koymuştum.
Evet, evden kaçacaktım.
Çok param olmasa bile hastane de yaptığım stajdan kalan paralarım vardı. Ve daha önce part-time bir kafede çalışmıştım. Sanırım bir yer bulana kadar bu kadarı yeterdi.
Bir doktor olmayı planlıyordum ama özel eğitim şarttı ve bunun için de bolca para.
Evden kaçmam kolay olacaktı çünkü evimiz tek katlıydı. Pencereyi açıp kararmış gökyüzünde bir yol olabilecek dolunay'a baktım ve derin bir nefes aldım.
Gözlerimi kapatıp gülümsemeye çalıştığım sıra, içeriden mide bulantıcı o iğrenç sesleri duydum.
Sanırım bu s**tiğim yerden gitme vaktim gelmişti.
Aşağıya bakıp dikkatlice bacaklarımı camdan uzatarak atladım.
Bahçe kapısından hızlıca geçecektim ama yüzümü boş hissedince, elimi çantamın içinde gezdirip orda olmasına dua ettiğim maskemi aradım.
Baktığım gözde yoktu. Bende öndeki küçük göze baktım.
Şükürler olsun ki buradaydı.
Maskemi yüzüme geçirip, siyah kapşonlumun şapkasını örttüm.
Hafif köşeleri rutubetlenmiş eve baktım ve histerik bir gülümsemeyle orta parmak kaldırdım.
Sokaktan geçerken aslında ne yapmam gerektiğini bilmediğimi farkettim. Sadece bir tane arkadaşım vardı. O da çalıştığım kafeden biriydi. Türk'tü ama çok iyi bir şekilde Korece konuşabiliyordu.
Bir kaç seçenek daha düşündüm ama en mantıklısı onu aramak olacaktı.
Cebimden telefonu çıkarıp, arkadaşımın numarasını tuşladım.
- Alo?
- Selin?
- Oh! Nabi. Nasılsın?
- İyiyim. Bir süre boyunca sende kalsam sorun olur mu?
- Ben Seoul'da değilim.
- Ah! Neyse, sorun değil. Görüşürüz.
Eveeet. Şimdi s**tım, teşekkürler. Bir yurt bulsam iyi olurdu. Etrafıma baktım.
Yüksek sesli müzikte dans eden insanlar, neon renklerde ışıklandırılmış dükkanlar ve küçük çocuklar.
Yürümeye başladım, bir yer bulmak zorundaydım. Aksi takdirde sokakta kalmayı bile göze alırdım.
Geçtiğim sokakta -ki oradaki ana yola bile çıkmıştım- kalabileceğim bir yer bulamamıştım.
Yakınlarda bir çocuk parkı vardı. Şimdi ise oraya gidiyordum. Hava çokta soğuk değildi. Sanırım sabaha kadar durabilirdim burada.
Sırtımda orta ağırlıktaki çantam ile, kaydırakların arasında dolandım. Üstü kapalı olan bir kaydırakta uyuyabilir miydim acaba?
Elimi kaydırağa bastırıp ne kadar sert olduğuna baktım. Hiç konforlu değil, farkındayım.
Tekrardan etrafıma göz attığımda ilerideki bankları gördüm. Ama sanırım burada kalmam daha iyi olacaktı. Hem oraya kadar gidemem. Çok uzak.
Çantamdan her ihtimale karşı aldığım örgü battaniyeyi, bir kaç kez katlayıp sarı kaydırağa serdim. Şuan da daha rahat gözüküyordu.
Yatmadan son kez dolunay'a baktım. İyi şeyler olabilir, buna inanıyorum.
Burada, gece yaşantısı daha fazlaydı. Sokaklar daha doluydu ve asıl bu zamanlarda iş yerleri bayram ediyordu. Ama rahatıma düşkünlüğümden kılımı kıpırdatacak halim yoktu.
Kafamı çantamın üstüne koydum ve gözlerimi kapatırken, evden neden sabah kaçmadığımı düşündüm.
İtiraz etmiyorum. Aptal olduğum doğrudur.
~~~~~~~~
Hey! Nasıl olduğunu bilmiyorum :))
Umarım beğenirsiniz <3
![](https://img.wattpad.com/cover/155377790-288-k825817.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOLUNAY ぁMYGぁ
Short Story" Ay, güneşten daha güzel. Özellikle dolunay. O çok özel." Dedim. İçime kapanıklığımdan kaynaklanan konuşma yetkimi, ilk defa ona karşı kullanıyordum. O ise bir mucizeydi. Gökyüzünden gönderilmiş bir mucize...