Lavinia; 14 Ekim 2017 tarihinde, gelen ani bir ilham eşliğinde yazılmaya başlanmıştır. Wattpad'deki "Lavinia" adlı diğer hikâyelerden esinlenilerek yazılmamıştır.
İlk yayımlanma tarihi 20 Temmuz 2018, 00:54'tür.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Uçtu kuzgun, aklı kızgın Kim getirsin o hâle Beş parasızdım, hayatta sızdım Dalga dalga, nevale
Gel şimdi dinle dinle Rüzgar sustu sesinle Gel şimdi dinle dinle Her şey yerli yerinde.
〄
Dünya dönüyor, dönüyor ve dönüyordu. Ruhum çatlaklarımdan sızmaya çalışıyorken şayet, gök lacivertlere bürünüyorken ben ölüyordum ve dünya dönmeye devam ediyordu. Durduramıyordum. Kalbim kaburgalarıma çarpıyor, ağır darbeler alıyor ve her nabızda daha fazla kanıyorken ben, elbet ki öleceğimi biliyordum. Aldığım nefesler ciğerlerime yetmiyordu. Kesiklerimden solgun tenime zift akıyor; ben, o katran karası duygularımla ağırlaşmakta olan bedenime rağmen savaşıyordum. Çürüyordum. Belki de çoktandır bir ölüden farksızdım lakin artık tazeliğimi yitirdiğimi de hissediyordum. Karman çormandım. Kapılarını açık unuttuğum kalbim buz tutmuştu ve o buzlar her ne olursa olsun erimiyordu. Doğrusu ben, o buzları eritebilecek kadar sıcak değildim; ancak kimseye ihtiyacım olmadığını iddia edecek kadar gururluydum. Yersiz bir gururdu bu. Bana kesinlikle iyi gelmeyen, bununla birlikte içinde bulunduğum durumu daha da çıkmaza sürükleyen bir gururdu. Yitirdiğim insani özellikler eskisi kadar dolanmıyorsa da bacaklarıma, yine de yılların kırgınlığını taşıyordum ayalarımda. Zamanında okyanusları karadan çok seven ben, bir zaman sonra her şeyimi serin sularda yitirince en büyük hatayı yapıp karaya çıkmış ve sonrasında eski günlerimi arar olmuştum. Her daim geçmişi geri istiyor olmama rağmen ona uzanamayışımın sebebi takvim yapraklarının geriye çevrilemeyeceğiydi ve bu, hiç kuşkusuz her gök gürültüsünde su birikintilerine düşüp sarsılarak ağlama isteğiyle dolup taşmama neden olurdu. Bugünün dünün geleceği olduğu düşüncesiyle sonsuz bir paradoksa kapılmışken prangalarıma daha sıkı sarılmıştım ve eğer bu tutsaklık beni acıdan koruyacaksa özgürlüğümü sonuna kadar feda etmeye hazırdım. Yer yer sarı lambaların aydınlattığı loş sokağa bakan pencereme bir damla çarptı ve ben, anında kalkıp kendimi apartmandan dışarıya attım. Yağmur önce çiselemeye başladı, hemen ardındansa şiddetini iyiden iyiye artırdı. İşlerinden dönen insanlar aceleyle evlerine doluşuyor, evlerdeki kadınlar balkonlarındaki çamaşırları can havliyle topluyordu. Grili beyazlı sokak kedisi aralık kalan bir kapı fark etti ve anında apartmanın içine girdi. Herkes yağmurdan kaçtı. Her şey yağmurdan kaçtı. Ben, sokağın ortasında öylece dikilip sırılsıklam oluşumu zerre umursamıyorken insanlar korku dolu gözlerle perdelerini dahi çekmişti. Damlalar saçlarımı tamamen yüzüme yapıştırırken tek düşündüğüm vücuduma yapışıp kalan ziftin akıp gittiğiydi. Ben, o ziftten böyle arınıyordum. Arındığımı düşünmek istiyordum aksi takdirde delirirdim. Zavallı olduğumu fısıldadı zihnim. Yağmurdan kaçan insanlara laf bulduğumu; ancak kendimin insanlardan kaçtığını söyledi. Cevabım yoktu. Öyleydim. Genişçe bir şemsiye tutuldu başımın üzerine. Damlalar kesildi. Aklımdan silmek için yıllarımı verdiğim ses çınladı yeniden kulaklarımda, yalnızca benim duyabileceğim yükseklikte konuştu. "Lavinia," Soluklarım yetmezlikten ziyade ağır geliyorken o durmadı, devam etti. "Bilirim, sen yağmurdan bile incinir olmuşsun."* Gözlerim odağını kaybedip yaşlarla çevrelenirken boğazıma oturan yumruyu yok etmek amacıyla dahi yutkunamadım. Köprücüklerine kadar kırılan bir kadın vardı. Yalnızlıktan kıyafetler dikmişti kendisine. Kırgınlıklarla süslemişti tacını. Ölü kokular sürmüştü gerdanına. Acı kokan bir kadın vardı işte bu yüzden. Gözlerindeki umutsuzluğu gören olmayan, yağmur damlaları tenini yaksa da onları sevmekten vazgeçmeyen, bıçaklar üzerinde dans eden bir kadındı o. Duvarlar örmüştü yaşanmışlıklardan ve asla niyetli değildi bu uzun duvarları yıkmaya. Kaybetmiş bir kadın vardı. Yenilgiyi kabul etmiş, elinde avucunda hiçbir şey kalmayınca mecburen kendi kendine yetmiş bir kadın. Mutluluğu çoktan yitirmiş; ancak kimseden medet ummayı tek bir saniye düşünmemiş, öylece mutsuzluk ve umutsuzluk içinde yaşayan bir kadın vardı. Yalnızlık tek sığınağıydı onun. Ulaşılması en zor kadındı belki de dünya üzerinde. Yıldızları dahi sönmüştü işte onun bu nedenle. Şimdi... Şimdi bir adam gelmişti. Yağmuru hissetmesine fırsat veren, onlar tenine hızla düşmesin diye de başının üstünde bir şemsiyeyle bekleyen bir adam gelmişti. Unutmak için yeni yerlere göçtüğüm, bilmediğim iklimlere geçtiğim bu adam yeniden gelmişti. Ben, bu adam için onlarca yemin çiğneyecek, gururumu sırf o yükselsin diye ayağının altına serecektim, biliyordum. Benimkinden çok daha canlı yüzüne bakarken onun, uçurumun kenarındaki zayıf bir ağaçta sallanıyor olduğumu düşündüm ve bir titreme sardı bedenimi. Gittikçe şiddetlenen bir titreme. On iki yıl sonra ilk defa normal hızında atmaya başlamıştı kalbim. Ve elli iki ay sonra, ilk defa böyle hızlı kanat çırpmıştı yüreğim. Ruhumun derinlerinde her günkü hislerin yanı sıra yıllanmış bir şey daha hissettim. Beni okyanuslarıma kavuşturabileceğine inandığım bir adam vardı zamanında. İçimdeki umut kırıntılarını alevlendirip gidivermişti sonra. Dizlerim kırılırken su birikintisine düştüm. Hıçkırıklarım engellenemez oldu daha fazla. Pantolonum kararırken kirli suyla, bu yağmura gözyaşları bıraktım. Ben, o loş sokakta saatlerce hıçkırarak ağladım, onun deniz kokan paltosu omuzlarımda ve her şeye rağmen unutamadığım bu adam tüm soğuğu bırakıp bir kenara, elindeki şemsiyeyle bekledi yanı başımda.
*Gelinciklerin Ağıdı adlı -silinmiş- Wattpad hikâyesinde buna benzer bir cümle görmüş olmanız muhtemeldir; ancak cümle hatırımda olmasa da aradaki fark barizdir.