Diz kapağından aşağıya süzülen sıcak sıvı. Çocukken düştüğüm zamanlarda da dizlerim yara olurdu hep. Ama bu sefer çocukluğumdaki kovalamaca oyununda değildim. Elimden geldiği kadar hızlı koşmam gerekiyordu.
Hırıltılı köpeklerin nefesini ensemde hissetmek. Adrenalin şırıngası bu etkiye eş değer olmalı.
Çalıların üstünden hızlıca atlayarak ormanda koşmaya devam ediyordum. Gecenin karanlığını aydınlatan ay ışığı, meşe ağaçlarının yapraklarından puantiyeli desenler oluşturuyordu. Uzun süre bakan bi insan için hoş göz yanılsaması. Uzun bir süre mi? O kadar vaktim kaldığını zannetmiyorum.
Kulağımın içinde ince sesli bir düdük çaldılar sanki. Dünya ağır çekime girdi. Yavaşça hızlanmaya başlarken bilincim tekrardan yerini buldu ve az önce ne olduğunu idrak etmem fazla uzun sürmedi. Kalın ağaç gövdelerine saplanarak parçalayan makineli tüfek mermileri. Daha fazla devam edemeyeceğimi anlayıp olduğum yerde durdum.
"Dizlerinin üstüne çök!"
Diz kapaklarımın acısına aldırış edicek kadar lükse sahip değilim şu an. Belki biraz sonra diz kapaklarımı bile hissedemeyebilirim. Umarım beni vurmazlar.
Yaklaşan fener ışığını yüzüme tutan deri eldivenli Alman subayı yavaşça yaklaştı. Bu Almanların hepsi bu kadar katı ve soğuk olmak zorunda mı?
-Bay Sebastian Werner, bizi baya yordunuz.
Aynı zamanda espri yeteneğine sahip bir Alman subayı. Çöllerde yaşayan bir eskimo kadar ironik.
-Lütfen bana zarar vermeyin.
Gerçekten korkuyordum. İçimdeki mizansen, korku dolu düşüncelerin beynime nufüz edip tamamen aklımı başımdan almasını engelliyordu. İyi ki bu özelliğimi dominant şekilde tutmayı başarmışım.
-Size zarar vermeyeceğimi düşünüyorsanız neden kaçıyordunuz bay Werner?
-Köpekleri pek sevmem.
Acınası sinir bozucu bi gülümseme attı bana. Gülmesi bile çok entresan gelmişti. Bu nasıl bi Alman subayıydı böyle? Sağındaki iri yarı polonya devşirmesi adamına dönüp başını salladı. Başıma bir maske geçirdiler. Bunun dışarıda geçirdiğim son gece olduğunu anlamam uzun sürmedi.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1984 Almanyası'nda güneş her zaman batıdan doğar. Biz doğudakiler için hava her zaman kapalıdır. En fazla 5 çeşit koyu pastel ya da grimsi boyalarla bezenmiş politik konutlarda, sosyalist düz çatıların altında, 80'lerin belki de tek boğucu yeriydi burası.
Böyle bir yerde komedyenlik yapmak ne kadar ironik değil mi?
60'ların başında doğmasam belki de o duvarın bizi bölmeden önce nasıl bir hayat tarzı sunacağını görebilirdim. Ama ben hayata gözlerimi açtığımda Tanrı bana güneş ışıkları yerine griyi seçmiş olmalı. Bu griyi renklendirebilmek için gülümsemeyi ve gülümsetmeyi seçtiğim yer belki bunların anavatanı olmayabilirdi. Belki kendi insanıma özgü tek şey bedenimde hayat bulmuştu. İdealisttim. Ama benim ideallerim, ülkemin idealist düzenine karşı geliyordu ve bunun için yapabildiğim en güzel eylem gülmek ve güldürmek olmuştu.
Berlin Güzel Sanatlar Fakültesi'nde okurken sanatın ne kadar kalıplaştırılıp yasaklarla daraltıldığını gördüm. Okulu bırakmamın sebebi belki buydu. İyi bir tiyatro yazarı ya da sinema yönetmeni olabilirdim. Ama burada özgür düşüncelerime kilit vuran bi yerde değil.