"Hazan, o yüzüğü çıkar parmağından."
Hazan'ın eli, hiçbir değer atfetmediği yüzüğe gitti Yağız'ın emirvari sözleri üzerine. İçinde bir korku büyüyordu ve şu an yapmak istediği tek şey bu yüzüğü çıkarıp atmak olmasına rağmen bildikleri ona engel oluyordu. Bildikleri ve hep susacağı cümleler... Hazan o cümlelere hep susacaktı ama karşısında, gereğinden fazlasını bilen o adamın susacağından emin olamıyordu. O elini kolunu bağlıyordu her seferinde. Onun bencilce istekleri hiçbir suçu olmayan Yağız'a bedel olarak dönüyordu.
"O yüzüğü sen taktın sanıyorsun değil mi? O yüzüğü ben taktım, ben! Kızın duygularını gururunu, kendi onurumu duygularımı ayaklar altına alarak taktım ben o yüzüğü. Ama kardeşim için yaptım, kardeşim için."
Yağız haklıydı. Eğer hastanede, Yağız ona "Sinan'a yakın, bana uzak." demeseydi, Hazan bu yüzüğü asla takmazdı parmağına. Yağız kardeşi için yapmıştı, Hazan Yağız için. Yağız istedi diye takmış ama şimdi Yağız istedi diye çıkaramıyordu. Çünkü artık işler değişmişti. Sinan tüm bildikleriyle herkesi kontrolü altına almıştı.
"Çok etkilendim ya, gerçekten... ama bak Hazan benim kadar etkilenmemiş."
Yağız'ın gözleri önce Hazan'ın hala parmağında duran yüzüğe sonra Hazan'ın gözlerine değdi. Yüzüğün hala orada olması adamı kızdırıyor ama bunun altında incitiyordu. Ve Hazan bunu görüyordu.
"Hazan ne duruyorsun çıkarsana şu yüzüğü!"
Baş ve işaret parmağı yüzüğü iki yanından tutmuş ileri geri oynatırken hızlı karar vermek zorundaydı. Yüzüğü attığı an, Sinan her şeyi anlatabilirdi. Eğer atmazsa, Yağız'a ne açıklama yapacaktı ama? Köşeye sıkışmıştı. Daha fazla yalan, daha fazla karmaşa yaratacaktı. İşler daha fazla karıştıkça, Yağız elleri arasından kayıp gidiyor gibiydi. Gözlerini kaçırarak konuştuğu her kelimede adamı kaybediyordu zaten. Ve Hazan öyle batmıştı ki yalana, artık Yağız'ın gözlerine bakarak tek kelime edemiyordu bile.
"Hadi Hazan, kalbinin sesini dinle."
Hazan bakışlarını Sinan'a çevirdi ve aniden bir nefret doldu kahvelerine. Dalga geçiyordu. Resmen gözünün içine baka baka oynuyordu Hazan'la. Suratındaki yamuk gülümsemeye bir yumruk geçirmemek için sıktı kendini ve öfkesi boğazına kadar doluyken daha fazla dayanamadı. Bu iş çocuk oyuncağı değildi. Yağız'ın hayatı söz konusuydu. Hazan sevdiği adamın hayatını daha fazla dalga konusu etmeyecekti. Hışımla çekti çıkardı parmağından yüzüğü ve Sinan'ın ayak ucuna fırlattı. Söylemek istediği çok şey vardı ama Yağız'ın yanında, şu an söyleyebileceği şeyler değildi. Önce ona her şeyi baştan sona anlatmalıydı. Sonra Sinan'a yaptıklarının hesabını soracaktı. O zaman Sinan'ın bir hükmü kalmayacaktı.
Sinan ayak ucuna fırlatılan yüzüğe baktı. Bunu beklemediği her halinden belliydi.
"Öyle mi Hazan Hanım?" Dedi ama kendini hızlı toparlayıp. Hazan onu dinlemek bile istemeden Yağız'a döndü.
"Gidelim." Dedi adama hemen. Hemen gitmeleri gerekiyordu. Sinan daha fazla konuşmadan, yanlış bir şey söylemeden gitmeleri gerekiyordu.
Yağız bir göz Sinan'a baktı ve sonra gözleri yeniden Hazan'ı bulduğunda kararını verdi. Sinan'ın yaptıklarından sonra Hazan'ı burada bırakamazdı. Artık Hazan'ı bırakmak da istemiyordu. Sinan'a bir şans vermişti... hayır, defalarca şans vermişti. Ve işte yine burada durmuş Sinan'ın şansını nasıl boşa harcadığını konuşuyorlardı.
Başını onaylarca salladı Yağız ve aynı anda arabaya yöneldiler."O kadar kolay değil," dedi Sinan arkalarından ama ikisi de durmadı. "Yaptıklarını ödeyeceksin Yağız Egemen! Beni, o 100 dolarlık sevgiline harcadığına pişman-"