Çantanın altını üstüne getirmem sayesinde bulduğum kırmızı ruju elime aldım. Bu ruju sürmem için yanımda Dani'nin olması gerekiyordu. Ama güzel kızımız kafenin içerisinde,aylarıdır öve öve bitiremediği sevgilisi Mr. Payne'i beklemekteydi. Şimdi ben bu ruju nasıl sürücektim?
Aklıma gelen fikirle,henüz 3.Dünya Harbi'nden çıkmış çantanın içine yine elimi daldırdım. Minik mavi aynamı çıkarttım. Ve rujumu sürdüm.Tuvalet kabininden çıktığım gibi,kapıya doğru yol aldım.
Aynalarda yakalanma! Aynalarda bakma! Bakma!
Yine olmadı.
Aynadaki aksine bakakaldım. İlk defa bu kadar sakindim sanırım...
Turuncudan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmiyordum. Saçlarım da turuncuydu. Hem de portakal renginde.
Yıllardır böyleydi bu. 'Aynaların Düşmanı 'ydım ben. En son annem taramıştı saçlarımı da...
Ayakların kıpırdamıyordu yerinden. Yapışıp kalmıştım oraya. Burada böyle aynaya bakarak durdukça daha çok şey düşünecektim. Son bir atak yapıp aynadan gözlerimi aldım. Ayaklarıma gelen kuvvetle kapıya yürüdüm. Kulpu kavradım ve açtım. Olması gerekenden hızlı bir şekilde Dani'nin ve o kahverengi saçlı adamcığın oturduğu masaya yöneldim.
Belki de o an oradan uzaklaşmalıydım.
Ya da tuvaletten çıkmamalıydım.
Hatta Danielle'nin telefonuna cevap vermemeli,akşama kadar uyumalıydım.
Ama olacakların hiçbirini o zaman bilmiyordum.
Masanın yanına geldiğimde ayağa kalmış olan adama elimi uzatıp,hayatımın hatasını yaptım
"Selam Babacık!..."