Küçük bir hüznün başkenti: İstanbul

36 1 0
                                    

Gecenin acısıyla açtı gözlerini. Bugün yolculuk vaktiydi. Geleli henüz bir gün olmuştu ama annesinin rahatsızlığı üzerine acil dönüş yapmak zorunda kalıyorlardı Kıbrıs’a.

Henüz 15 yaşındaydı Ömer. Kitap okumaya başladığı ilk andan itibaren en büyük hayaliydi İstanbul’a gelmek. Bu yıl okulunu başarı ile bitirdiği için ailesi ile birlikte gelmişlerdi. Fakat henüz hayalinin başlığından içeri girmişken, son sayfayı çevirmek zorunda kaldı. Uçağı beklerken içiyle konuşmaya ve kendi içine, yaşadıklarını ve gördüklerini dertleşir gibi, anılarını tazeler gibi anlatmaya başladı.

Aklına ilk gelen, havaalanına iniş yapmadan 3 dakika önce gördüğü manzaraydı. Hayaline sığdırdığı şehri en ayrıntılı bir biçimde görebilmişti. İki yanda boğazın çizgileri, iki ayrı kara parçasını birbirine bağlayan köprüler ve İstanbul’un yüreği olan Kız kulesi. Gecenin şehre kattığı ayrı bir güzellik de vardı elbet. Karanlığın içinde kıyının dibine oturmuş tuzlu deniz misali, bütün o ışıklar inci gibi dizilmişti şehrin üstüne. Kelime hazinesi bir türlü yetmiyordu İstanbul’u anlatmaya, kendi gözlerine bile. Sadece aşık aşık bakıyordu öyle. Topkapı’da yol kenarında bulunan bir çorbacıda aldılar soluğu. Mevsim yaz ama hava biraz rüzgârlıydı. Karanlığın karası çoktan oturmuştu şehrin kaldırımlarına. Hemen oraya yakın olan küçük bir butik otele geçtiler. Sırf çabucak uyansın diye, yorgun bedeni ile kapattığı gözleri sonunda sabah ile aydınlanmıştı. İlk iş olarak 1453 Panorama müzesine gitmekti planları. Oraya vardıklarında gözün alabildiğince akıl almaz bir sıra vardı. İnsanlar mesafesiz ardı sıra dizilmiş, uzun bekleyişler içerisine girmişti. İstanbul aşığı minik çocuk, en çok da bu şehrin tarih ve manevi duygusuna gönül vermişti. Annesinin sıra beklemek yerine, başka bir yere gitme kararından sonra küsmüştü gözleri. Okuduğu gezi notlarından biliyordu ki, fethin seslerini bağrında taşıyan bir yerdi burası. Okuduğu o tarih cümlelerinin büyüklüğünü, gerçekliğini hissedecekti bu duvarlarda. Ama olmadı. Oradan ayrılıp Süleymaniye’ye geçtiler. İşte yüreğini şahlandıran bir yer daha. Süleymaniye. Esnafları biraz gezdikten sonra öğlen namazını kılmak için camiye girdiler. Ailesinin desteği ile ayakları üzerinde durabildiği ilk andan itibaren namaza başladı Ömer. Ailesine göre ayakları üzerinde durabilmek, tek başına yaşayabilme hakkına sahip olmak değil, namazını kılmaya başlayabileceğine işaretti. Daha o yaşlarda ailesinde kim namaz kılarsa, onun yanında durup aynı hareketleri yaparak başlamıştı. Belki Allah bu yüzden onun gönlüne aşık olması için İstanbul’u bahşetmişti. 

Küçük bir hüznün başkenti: İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin