Komutan bütün bir gece boyunca olanların şokunu atlatmaya çalıştı. Daha önce pek çok cephede savaşmış, binlerce ölü görmüştü ama Vera'nın yüzündeki o ifadeyi kafasından silip atamıyordu. Ağlayan çocuklarını, karmaşıklığı, evde sıraya giren hizmetçilerinin bakışlarını, mavi gözlü kızı.
Mavi gözlü kızı.
"Efendim!" Yüzbaşı kapıyı çalıp içeriye girdiğinde Komutan Malik çok kötü görünüyordu, Yüzbaşı başta endişelense de, bunu hak ettiğini düşündüğü için sadece göreviyle ilgili kısım hakkında konuştu. "Eski belediye başkanının kayıp kızını bulduk efendim." Komutan masasından bir puro daha alarak yakarken ilgisizce, "İlgilenin Yüzbaşı." dedi, her şey için çok yorgundu. Ancak Yüzbaşı, öfkesini gizlemek konusunda başarılı değildi. "Efendim," dedi yeniden. "Kız yeni doğum yapmış, düşündüm ki belki çocuklarınıza-" Komutan Malik öyle korkunç, öyle delici bir bakış atmıştı ki, Yüzbaşı söylediği her şey için bir anda pişman olmuştu. Oysa ki Komutan sinirli değil, düşünceliydi. Pazar yerinde gördüğü o mavi gözlü kızı yeniden anımsadı, saklamaya çalıştığı karnını..
"Atları hazırlayın." Olabilir miydi? Bunu görmeden bilemezdi ve şu an sadece onu görmek istiyordu. Kafasındaki bütün o buzlu düşünceler dağılmış, yerini istemenin verdiği tutsak hislere bırakmıştı. Görmek istemenin verdiği hisse. Mavi gözlü kıza.. ona sahip olmaya.. Arap atının üzerindeki yerini sert ancak ne yaptığını bilen bir hareketle aldığında Yüzbaşı ondaki değişimi fark etti, bundan hoşlanmamıştı. Adamın kafasında ne olduğunu düşünüyordu sessizce, atlar dörtnala koşarak karargahın dışındaki karlı ve çamurlu, ıslak yolu takip ederken Yüzbaşı daha da öfkeleniyordu. Komutan Malik sandığından bile daha kalpsiz, korkunç bir adamdı. Karısının cenazesi evde beklerken nasıl olurdu da böylesi önemsiz bir kız için yollara dökülürdü, aklı almıyordu. Eski belediye başkanının, bir isyancının kızıydı oysaki. Kralın emriyle öldürülmesi gerekenler listesinde adı altın harflerle yazıyordu. Yüzbaşı her zaman olduğu gibi sinirini içine gömmek zorunda kaldı çünkü çok iyi biliyordu ki, bir daha hata yaparsa Komutan Malik onu affetmezdi.
Ve ölmek için henüz genç olduğunu düşünüyordu.
Atlar sağa sola çamur sıçratarak etrafı ve bir gece önce yağan bembeyaz karları kirletiyorlardı, belki de hayatlarındaki tek eğlence kar olan zavallı kasabalı çocuklar üstlerine gelen atlardan çığlıklar atarak kaçışıyor, yaptıkları kardan adamlara bulaşan çamur yüzünden ağlıyorlardı ama bu bile buz kalpli Komutan'ı yumuşatmaya yetmiyordu. Herkes şimdiden onun ne kadar kaba ve kötü bir adam olduğundan bahsediyor, gizlice toplantı yaptıkları kilisede onun bir an önce ölmesi için Tanrı'ya adeta yalvarıyorlardı. Fakat Komutan mavi gözlü kıza öylesine çok odaklanmıştı ki, kasabalıların farkında bile değildi. Tek derdi yanılmıyor olduğunu görmekti, o kızı görmek istiyordu. Mavi gözlü büyücüsünü.
Yüzbaşı durdukları engin bir tepenin üzerinden derenin diğer ucunda bulunan eski, kırık dökük ve ocağı bile yanmayan kulübeyi gösterdiğinde Komutan'ın heyecanı dudaklarındaydı. İnanılmaz derecede yorgun ve her an bayılacak gibi hissediyordu kendini. Orada ne bulacaktı? Ölmüş bir kızın cesedini belki? Kalbi hüsranla doldu. Ona ulaşamadan kaybetmek istemiyordu. Bekle, diye fısıldadı kalbi. Geliyorum Mavi Gözlü Kız.
Komutan, Yüzbaşı'yı beklemeden atını yeniden dörtnala sürdüğünde mantığı artık çalışmıyordu. Hayatında kaç kez duygusal odaklı davranmıştı Tanrı bilirdi. Öfkesi engin denizler kadar kabarık, kalbi bir taştan bile daha sert ve soğuktu. Ne içeriye birilerini alıyor ne de içerde kalanın çıkmasına izin veriyordu. Gaddardı, bunu biliyordu ve bundan şimdiye kadar hiç pişmanlık hissetmemişti. Bir askerde olması gereken ne varsa onda vardı ve bu onu Komutan yapmıştı, suçlu hissetmiyordu. Pek çok masum insanı, masum olduklarını bildiği halde öldürmüştü fakat asla içi acımamış, arkasına dönüp bir kez bile bakmamıştı. Ne olduğunu biliyordu ama, bundan vazgeçmeye niyeti yoktu. Mavi Gözlü Kız, ne olursa olsun onun olacaktı.
İster seve seve, ister zorla.
Kulübenin çevresini bir tabur asker sarmıştı, hepsi uzun namlulu tüfeklerini o tarafa doğrultmuş, gelecek herhangi bir emirle kulübeyi ateş hattına çevirmeyi bekliyordu. Soğuktan yüzleri kızarmış genç askerlere öfkeyle baktı Komutan, evin önünde bekleyen bir başka rütbeli askerle göz göze gelince ona vurmamak için son anda durdu. Öfkeden deliye dönmüştü, hepsinin gırtlağına çökmek istiyordu. "Neler oluyor?" Belindeki tabancanın kabzasına asılarak ağır adımlarla, karlı zeminin üzerinde bata çıka yürüdü. Rütbeli asker, korkuyla kendisine yaklaşarak düz ve soğuk bir sesle, "İsyancı başkanın kızını bulduk efendim!" diye gürledi. Komutan Malik'in dudakları gerildi. "İçerde başka kim var?" diye ikinci bir soru yönelttiğinde asker, "Sadece kız var," diye cevap verdi. "Yeni doğum yapmış, kanaması var ve kötü durumda." Komutan başını salladı. "Ya bebek?" Asker omuzlarını dikleştirerek, "İzine rastlanmadı efendim." dediğinde Komutan şüphelenmişti, yoksa bebeği ölmüş müydü? "Etrafı kollayın." dedi Komutan. "Ben içeriye gireceğim."
"Yalnız girmeniz tehlikeli olabilir!" Yüzbaşı endişeleniyor gibi yaparak sesini yükselttiğinde Komutan ona hayatında görmediği en korkunç bakışını attı. "Etrafı kollayın dedim!" Askerler hep bir ağızdan, "Emredersiniz!" diye bağırdığında sesleri dağlara çarpıp gürültüyle yansıdı. Komutan artık özgürdü, kafası sakinleşmiş, kalbi daha sert çarpmaya başlamıştı. Parkasını düzeltti ve zaman kaybetmeden ahşap kulübenin basamaklarını tırmandı. Kapıyı dayanıksız demir bir süngü zar zor tutuyordu, zorladı, açılmayınca yüklendi ve kapı ardına kadar aralandı. Başını uzattı, tek odalı bu karanlık yerde hiçbir hayat belirtisi yoktu. Biraz içeriye girince, burnuna abanoz, bir parça ıhlamur ve keskin, kötü bir kan kokusu doldu. Çoktan ölmüş müydü yoksa? Kalbi daha önce hiç hissetmediği bir yükün altına girdi; korku. Ya onu kaybettiysem diye düşünmeden edemiyordu. Bedenini içeriye itmeye zorlayınca, alçak tavanlı bu küçük odanın içinde zaman durdu. Her şey eskiydi, bakımsız ve kirli. Bir hayvan bile burada durmayı reddederdi, mavi gözlü kız nasıl durabilirdi ki? Kalbinde değişik duygular oynadı ama yüzüne yansıtmadı, odanın içindeki keşfini sürdürmeye devam ederken, yerde duran döşekte, çaresizce kucağında tortop ettiği kumaşları göğsüne bastıran o kızı gördü. Bu oydu. Gerçekten de mavi gözlü kızdı. Zayn'in mavi gözlü kızı.
Buzdan soğuk odada, bir başına, aç susuz ne yapıyordu? Delirmiş gibi görünüyordu, saçları dağılmış ve birbirlerine dolanmıştı, gözlerinin altı mosmordu. Uykusuzluğu hareketlerine yansıyordu. Oturduğu yerde, öne arkaya sallanarak kucağındaki kumaş yığınını bir bebek gibi uyutmaya çalışıyor, donuk gözlerinden sicim gibi yaşlar iniyordu. Boşluğa bakıyordu, şoktaydı. Aklını yitirmişti belki de. Komutan topuklarının üstünde dönerek ona doğru beceriksiz bir adım attı, amacı onunla konuşup ne olduğunu öğrenmek ve elinden ne geliyorsa onu yapmaktı. Onu almadan buradan gidemezdi, buna asla izin vermeyecekti. Ona bir şey olmasına izin vermeyecekti.
"Eğer beni öldürmeye geldiysen," dedi Bellatrice, kendinden beklenmeyen bir performansla. Menekşe mavisi ölü gözlerini Komutan'ın gözlerine bütün cesaretiyle dikerek, "Hiç bekleme." dedi. "Bir saniye bile tereddüt etme. Çünkü ben zaten ölüyüm."
Eveet, uzun zamandır bu hikayeyi bekleyenler vardı, umarım bu bölümü seversiniz!
Diğer bölüm hakkındaki tahminlerinizi, bu kısıma yorum olarak yazarsanız sevinirim.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın! Sizi seviyorum ailem!
#TeamFaith
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serçe | ZaynMalik
Fanfiction"Duyma. Bilme. Görme. Konuşma. Sadece sana ne veriyorsam onu al, senden ne istiyorsam onu ver."