Jackson sabah gözlerini feci bir baş ağrısıyla açtı. Sessizce inleyip etrafa bakındı. Burası onun evi değildi. Onun duvarları mavi ve beyaza boyalı değildi. Güzel tabloları ve kitaplıkları yoktu. Onun odası ünlü insanların posterleri ve albümleriyle doluydu. Başını sağa sola salladı. Bunları karşılaştırmanın gerçekten sırası değildi. Belini sıkıca kavrayan kolları hissedince derin bir nefes alıp yavaşça örtüleri kaldırdı. Giyinik olduğunu gördüğünde rahatlayarak nefesini verdi ve kolların sahibine bakmak için arkasını döndü. Jinyoung'la göz göze geldiklerinde kaşlarını çattı. Rüya falan mı görüyordu? Kendini geriye doğru itmeye çalışınca kollar sıklaştı ve Jinyoung yeni uyandığı için kalın çıkan sesiyle mırıldandı. "Gitme." Jackson gözlerini kırpıştırdı neredeyse pes edip orada kalacaktı ki aklına Mark'ın söylediği şeyler geldi. "Bırak Jinyoung..." Bir cevap alamadı. Jinyoung hâlâ ona o kopkoyu gözleriyle bakıyordu. "Seni seviyorum Jackson." Jackson'ın gözleri büyüdü ve kalbi hızlandı.
"Beni sevsen onunla yatmazdın b-bıraksana!" Başını sağa sola sallayıp kollarını sıkılaştırdı ve kafasını Jackson'ın göğsüne koydu. Kafasını kaldırıp burnunu boynuna sürttüğünde Jackson, Jinyoung'un derin nefesinin aksine kesik bir nefes aldı ve gözlerini yumdu. Jinyoung'un eli Jackson'ın karnındaydı. Küçük daireler çizip ritim tutuyordu. İnce pijamanın altından her hareketini hissedebiliyordu. Dudaklarını hafifçe araladı ama çıkan tek ses anlaşılmayan bir mırıltı oldu. Bırak diyemiyordu. Bırakmasını istemiyordu. Onu sıkıca tutmasını ve güzel dudaklarını hissetmek istiyordu. Ama bunu da söyleyemezdi. Gururu incinsin istemiyordu.
"J-jinyoung..." Boynunun kenarında hissettiği nefes ve hafif mırıltıyla kalp atışları hızlandı. "K-kalkalım ha-" lafını ortada kesen şey o yumuşak dudaklardı. Boynunda. Şah damarının hemen üstünde duruyorlardı. Jackson bayılmak istedi. Kalbinin bu kadar hızlı attığı belli olmasın diye bayılmak istiyordu. Yüzündeki pembelik gözükmesin, dudaklarının titremesi anlaşılmasın diye. Ama şans ondan yana değildi. Kendi kendine düşündü. Dalga geçiyor olmalısın Wang. Hayallerin gerçek oluyor ve burada şanslı olmadığın hakkında kendinle tartışıyorsun... Kafasındaki sesi susturduktan sonra pijamasının -aslında Jinyoung'un pijamasıydı ama şu an bunu umursayacak değildi- ince olmasına rağmen nasıl bu kadar sıcak hissettirebildiğini kendine sordu.
"Ben bir hata yaptım Jackson." Boynundaki dudaklar hareket ettiğinde Jackson üstündeki örtüyü sıkıca kavradı. Sesi, dudakları, zarifliği... Jackson gerçekten bayılacaktı. Park Jinyoung mükemmeldi. "Seni...unutmak için başka insanları kullandım." Kadife ses tekrar kulaklarına ulaştı, boynunun gıdıklanma hissiyle beraber. "Ama işe yaramadı. Hiç kimse, asla senin gibi hissettirmiyor." Jackson ona cevap vermek istedi. Buna hakkı var mıydı bilmiyordu ama onu azarlamak istiyordu. Neden onu unutmak istemişti? Neden onu bu kadar uzun süre tek başına bırakmıştı? "O geceyi bir hata olarak gördüm. Kendimi bu şekilde cezalandırdım. Oysa ki hayatımda kazanabileceğim en değerli ödülü kazanmıştım." Jinyoung biçimli dudaklarını Jackson'ın boynuna bastırıp yavaşça geri çekildi. Hafifçe doğrulup gözlerini sevdiği adamın -Evet onu seviyordu. Hatta ona aşıktı.- koyu kahvelerine dikkatle baktı.
"Seni kazanmıştım Jackson." Bahsettiği şey vücudu değildi. Jinyoung asla onu vücudu için istememişti. Jackson'ın vücudu güzel olmasına güzeldi. Ama Jinyoung'un tutulduğu şey Jackson'ın ta kendisiydi. Mutlu olduğunda attığı yüksek sesli kahkahaları, kısılan gözleri, utandığında kızaran yanakları, gergince elleriyle oynaması, sinirlendiğinde sıktığı yumruklar, heyecanlandığında kelimelerin diline dolanması...sayamadığı bir sürü şey.
Kendi kendine kurduğu dünyada Jackson'ın sadece onu bir arkadaş olarak gördüğü ve o gece için ondan nefret ettiğini yaşatıyordu hep. Sarhoşken ondan yararlanmış bir fırsatçı olarak gördüğünü sanıyordu ama Jackson ondan nefret etmiyordu. Bu ihtimali kafasında hiç canlandırmadığı için kendi kendine debelenmişti. Mark ile yatmıştı çünkü Jackson'a -en çok da kendine- ona karşı bir şey hissetmediğini inandırmaya çalışmıştı. Ama sabah kalktığında hissedeceğini sandığı rahatlama hissi yerini suçluluk duygusuna bırakmıştı. Aldatmış hissediyordu. Sevgilisi varmış da, ona arkadaşıyla ders çalışacağım demiş, sonra da gidip başka biriyle yatmış gibi. Ama Jackson onun sevgilisi değildi. Jackson ve o sadece arkadaşlardı. Ondan kaçması veya duygularını saklaması bir şey değiştirmeyecekti ki.
Sonradan kafasına dank etmişti her şey. Dün akşam Jackson'ın yazdığı mesajlardan sonra o da içmişti. -Çok kaçırmadığı için tanrıya şükrediyordu.- Jackson onu seviyordu. Hem de başından beri. Onu o geceden sonra da önemsemiş, sevmişti.
Jackson'ın yüzünü küçük bir gülümseme kapladı. "S-sahi mi?" Jinyoung başını sallayıp dudaklarını onun yanağına bastırdı.
"Seni seviyorum Jackson Wang."
Jackson yanakları kızarırken sessizce güldü.
"Seni seviyorum Park Jinyoung."
Jinyoung gülümseyip doğruldu ve dizlerini Jackson'ın bacaklarının iki yanına koydu. Eğilip dudaklarını onunkilere sürterken fısıldadı.
"Şimdi izin verirsen, sarhoş değilken de seni hissetmek istiyorum sevgilim."
~~~~~~~~~~~~~
Çok mu erken bitirdim bilmiyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim! Bir başka hikâyede görüşmek üzere!
💚
-Light