T.A. 2790 - Dunland

17 2 0
                                    




Thráin elindeki tanıdık ama parmaklarında bir o kadar yabancı bir his bırakan yüzüğe baktı. Ardından bakışlarını istemeyerek de olsa babasına çevirdi. Gözlerindeki ifadeden çıkaracağı anlamdan hoşnut olmayacağını biliyordu. Thrór, keskin ve itiraz istemez bakışlarını oğlundan hiç çekmemişti zaten. Thráin sonunda konuşacak gücü buldu.

"Gidiyorsun." Gözlerinde sürekli değişen kıvılcımlarla oğluna bakan cüce kralın bakışları bir nebze yumuşadı. Ama sözlerinin sertliği Thráin'e vurmaya devam etti.

"Gidiyorum. Sana verdiğim yegâne büyük hazineyi iyi koru. Bu sana yeni bir şans verebilir fakat altın üretmek için altına ihtiyacı var." Bu sözlerle Thráin'in bakışlarında acı, öfke, korku ama aynı zamanda hissetmekten çekindiği bir nebze umut belirdi.

"Erebor'a dönmeyi düşünmüyorsun değil mi?" Thrór'un gülüşü boş salonda yankılansa da gözlerine ulaşmadı.

"Artık değil. Smaug'dan olan intikamımızı sana ve torunlarıma bırakıyorum. Lakin ben insanların alaylarından ve fakirlikten sıkıldım, şansımı denemeye gidiyorum." Uzun yıllardır sürdürdüğü ihtişamlı ve gururlu yaşam Smaug'tan sonra paramparça olmuşken sahip olduğu çoğu şeyi kaybetmişti Thrór, ama gururu ve hırsı bunlardan biri değildi. Bir mülteci gibi, avare gibi dolaşmak, ait hissetmediği toprakları fakirlik içinde yurt tutmak artık katlanamadığı bir eziyetti. Oğlunun, torunlarının kaderinde farklı yollar vardı belki lakin Thrór, dağ altının tahtından edilmiş efendisi, artık kendini bu kaderin parçası olarak görmüyordu, göremiyordu. 

"Peki, öyleyse nereye? Kralları tarafından terk edilmiş bir halk ne yapar? Ben ne yaparım?" Thrór oğlunun son umut çabasına gülümsedi.

"Kralları tarafından terk edilmek mi? Hayır Thráin, onlar terk edilmedi. Sen benimle gelmiyorsun. Ben olmasam bile burada halkını koruyacak bir Durin oğlu var. Aradığımı bulursam belki o zaman, belki o zaman tekrar bir kral gibi hissedebilirim. O vakte kadar elveda." Thrór oğlunu büyük bir endişe ve elem içinde bırakıp sert adımlarla kapıya doğru yöneldi. Aralanan kapıdan Nár gözüktü. Elinde ve ayaklarının dibinde iki çanta vardı, seyahat için hazırlanmış. Dostunu yalnız bir arayışa bırakamazdı ne de olsa. İkili, kalplerinde hissedemedikleri sözde topraklarından uzaklaşırken arkalarından baktı Uzunsakallar, krallarını son görüşleri olduğunu bilmeseler de hissederek.

...

"Kuzeye değil mi?" Nár sırıtarak dostuna, kralına baktı. Thrór ona ters bir bakış attı, ardından o da güldü.

"Umarım bu tahmini sadece sen yapabiliyorsundur eski dostum yoksa oğlumun ve torunlarımın nereye gittiğimizi tahmin edip peşimize takılmasında endişe etmeye mi başlamalıyım?" İkisi de gürültülü bir kahkaha attılar ve yola devam ettiler. Gün boyu süren bir yürüyüşün ardından yol üstünde bir insan kasabasının sınırlarına vardılar.

"Sence uzunbacakların hanlarından birinde mi konaklamalıyız yoksa dağların eteklerinde hoş bir mağara da işimizi görür mü?" Nár'ın yönelttiği soru ile adımları yavaşladı Thrór'un. Dunland halkı hanlarında konaklayan, etraflarında gezinen ve beraber iş yaptıkları cücelere alışkınlardı. Ama fazla konuşmayan ve daima somurtan ve tetikte oturan cücelere de pek güvenmediklerini hissederdiniz. Eliyle uzun sakallarındaki bir düğümü çözerken sonunda konuştu:

"O şüpheci uzun bacaklar en az sivri kulaklar kadar sinirlerimi bozsa da, Glanduin yakınlarına kadar olan yolda başka bir han bulacağımızı sanmam. Glanduin'e fazla yaklaşmadan Dumanlı Dağlar'a girip Azanulbizar'a yöneleceğiz. Doğu kapısından girmeyi planlıyorum. O yüzden bu geceyi orada geçirelim derim."

Nár'ın suratında çılgın bir gülümseme belirdi. "Kuzey derken kuzeybatıyı düşünmüştüm, Mavi Dağlar'a gider ve akrabalarımızı ziyaret ederdik ama sanırım senin gitmek istediğin yer başka." Moria'ya doğru gittiklerini başından beri anlasa da Nár biraz espri yapmak istemişti sanırım.  Dostunun kararan bakışlarına bakarsa pek yerinde olmamıştı.

Kırık ZaferHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin