Benim bildiğim nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız. Onlar sadece yararlıdır. Oysa bana dokunuyorlar... Geçen gece deniz kıyısında, çakıl taşını elime aldığım zaman ne duyduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. İçim bayılır gibi olmuştu. Bu duygunun çakıl taşından geldiğinden kuşkum yok... ellerde duyulan bir çeşit bulantı bu.
-Sartre,
Ayağımın altından yedi karınca geçiyor. Onları izliyorum bir süre; yediyi ölüm ile.
Biri gülüyor biri ağlıyor, biri endişe ediyor. Endişesini kıskanıyorum, sahip olamadığım bir şey. Karınca yahu bunlar, karınca kıskanılır mı hiç? diyor zihnimdeki yabancı. Kıskanılır, diyorum, anlamını bile bilmediğim bir şeye sahip, kıskanılır! Sonra susuyor zaten, yine haksız.
Etrafımdaki gözler bana çevriliyor, yine mi sesli söyledim yahu! Rahatsız oldular herhâlde, diye düşünüyorum. Özür borçluyum galiba aşağılayıcı bakışlara, gülümsüyorum. Sarı ve yer yer kırık dişlerim, pek sevemediler gülümsememi. Sağımdaki kadın hızla kafasını diğer yana çeviriyor, parmaklarıyla sıkıca kavradığı çocuk arabasını diğer yana sürüyor. Önümdeki genç korkmuyor, fakat kalbimi kırıyor:
-Kafayı sıyırmışsın bre ihti'yar! diyor ve uzaklaşıyor.
Küçük bir kız çocuğu, hardal elbiseli, gülümsüyor bana yalnızca -yalnız başına, korkmuyor benden, aşağılamıyor beni. Kırılan kalbim kıvrılıyor, kimse'den habersiz.
Kalbimin o sevgiye muhtaç boşluğunun altında kalıyorum, eziliyorum, boynum bükülüyor. İnsanlara değil de yere bakıyorum; kaldırımın kenarında bir papatya açmış bize rağmen, ölen insanlığımızı yüzümüze vuruyor. Sadece ben mi işitiyorum sözlerini diye bakıyorum insanlara, hiçbiri oralı değil. Sadece ben işitiyorum sözlerini galiba, insanlar insanlığını arıyor beton yığınlarında. Orada duruyoruz hâlbuki: Kaldırım kenarında açmışız bir papatyayla.
Doğanın tâ kendisiydik; doğayı katlettik.
Bize can verene, aş verene ihanet ettik, kendi ellerimizle şekil verdiğimiz bu çöplerin kölesi olduk.
Başımı kaldırmıyorum yerden. Taç yapraklarının ezilişini duyuyorum on üç metreden, seksen yedi derecelik açıyla birlikte. Duyamazsın sen onu, yanlış hesapladın bir de! diyor zihnimdeki yabancı. Duyuyorum ama, diyorum, ve yanlış da hesaplamadım, sus artık!
Susuyor ve ayağa kalkıyorum, yeter bu kadar, sayamıyorum artık kırışıklıklarımı -zaman karalamalarını. Yakınlarda bir lagün olacak, kimsenin bilmediği -bildiği ama uğramadığı.
Ben bir aciz ihti'deli, adımlarımın acelesi var. Yeter artık burada tükettiğim anlar! Bana herkes deli gözüyle bakıyor, söylediklerimi kimse anlamak istemiyor ve dinlemiyor bile, çünkü işlerine gelmiyor. Oysaki özlerini söylüyorum onlara, damarlarında alay ettikleri ölülerin kanı akıyorken bunu vurguluyorum ısrarla. Nereden geldiğiniz önemli değil, toprağa gideceksiniz diye sayıklanıyorum, gireceğiniz toprağı yok ediyorsunuz diyorum. İlk kez bu kadar yakıp yıkmak isterken herkesi, kendimi yakmaya gidiyorum hızlıca. Adımlarımın hiç olmadığı kadar acelesi var.
Bir saniyeyle ondan sonraki saniyenin arasında sonsuzluk var, nasıl geçiyor bu zaman? Her acele adımım yavaşlıyor zamanla, sonsuzlukların sonu gelmiyor mamafih lagüne yetişmeye çalışıyorum.
bir
iki
üç
yedi
Yedi dakikada ulaşıyorum lagüne; yedi ile ölüme.
Önce ayakkabılarıma dolan su ile ürperiyorum, sonra boğazıma kadar gelen su ile uyuşuyorum. Tamamdır, az kaldı kurtuluyorum. Nefes de alamıyorum artık, boğazımı yakan birkaç hatıram ve sonsuz suyum var, ciğerlerimin yandığını hissediyorum. Gözlerim de yanıyor, kurtulmak böyle bir şey miymiş ki?
Ben bir aciz ihti'deli, ölümümün acelesi var. Ciğerlerime tuzlu su doluyor, bu gerçekten rahatsız edici! Bunun adı boğulmak mıydı? Hayır hayır, kurtuluştu!
Vücudumun su akıntısına kapıldığını hissediyorum, sonra çocukluğumda oturduğumuz evin bahçesindeki nar ağaçları geliyor gözlerimin önüne. Bahçeyi çevreleyen tellerin dibine ekilmiş, küçük çalılıklar gibi duran nar ağaçları ve bahçeye girmek için telden atlarken bir nar ağacının üstüne düşmüş, her yeri çizik içindeki küçüklüğüm... Omuzları sarsıla sarsıla ağlıyor, annesi veya babası ona dönüp bakmıyor bile. Kolları ve bacakları yara içinde, ayağa kalkmaya çalışıyor ama
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ben bir âciz ihti'deli
Non-Fictionölüm: kalpte veya kanda mevcut olduğu kabul edilen ruhun yok oluşuyla ortaya çıkan durum.