TREVANİAN
KATYA'NIN YAZI
Çeviren:
Belkıs Çorakçı
E YAYINLARI
SALIES-LES-BAINS AĞUSTOS 1938
Büyük savaştan önceki yaza değinmek isteyen her yazar, havanın o olağanüstü güzelliğine de
değinmeye kendini zorunlu hissetmektedir: Masmavi gökyüzü altında o bir türlü bitmeyen günler; o
göklerde tembel tembel dolaşan küçük, beyaz bulutlar; yumuşak rüzgarların serinlettiği uzun,
lavanta kokulu akşamlar; kuş sesleriyle, sarı ışıklarla dolu sabahlar... İtalya'dan İskoçya'ya,
Berlin'den benim anayurdum olan aşağı Pirene'lere kadar Avrupa'nın tümü o sıra pırıl pırıl, tatlı bir
havayı paylaşmaktaydı. Dört korkunç yıl boyunca da son paylaştıkları şey bu oldu... tabii savaşın
getirdiği çamur, acı, nefret ve ölüm dışında. On dokuzuncu yüzyılı yirminci yüzyıldan ayıran o
savaşın nitelikleri bunlardı zaten "Zerafet Çağı" "Yeterlik Ça-ğı"ndan o savaşla ayrılıyordu.
O yazı tarif edenlerin çoğu, mevsimin olağanüstü güzelliğinin kendilerine bir ürküntü, her şeyin
sonu noktalanıyormuş gibi garip bir önsezi verdiğini iddia ederler. Bitmek üzere olan bir mumun son
pırıltısı gibi. Bir uygarlığın yok olmasından önceki son umutsuz parlaması gibi. Siperlerde ölecek
gençlerin son neşeli, hemen hemen isterik kahkahası gibi. O son Ağustos ayından aklımda
kalanların, hatıra defterime işlediğim tek tük notlar ve şiirlerin yardımıyla bile olsa, o yaz
mevsimini kaderin alaycı bir jesti olarak gördüğüme dair hiçbir ima taşımadığını itiraf etmem
gerek. Belki de böyle belirtilere karşı duyarlığım azdı. Çok gençtim o sıra. Hayatın öz'suyuyla
doluydu içim. Üstelik doktorluk kariyerimin eşik taşına yeni basmış, depar için hevesle vaziyet
almış bulunuyordum.
Bu sözler dudaklarıma buruk bir gülümseme yerleşmesine neden oluyor, çünkü küçük bir Bask
kasabasında bekâr bir doktor olarak geçirdiğim çeyrek yüzyılı doktorluk kariyeri diye tanımlamak,
ancak "sözün gelişi" veya "dil alışkanlığı" sayesinde mümkün olabilecek bir şeydir. Yoo, elbetteki o
günlerin zeki, çalışkan delikanlısı, kendini mesleki bir başarının ilk adımında saymak, öyle olduğunu
ummak için her türlü nedene sahipti. Belki yanında çalıştığı Doktor Hippoly-te Gros'un kendisine
verdiği utandıracak kadar basit görevlerden, geleceğinin biraz sınırlı olacağını sezebilirdi. Doktor
Gros, asistanının ikinci derecedeki bağımlı pozisyonunu, kimi sinsi, kimi açık, bir düzine yolla ifade
etmekten geri durmazdı. Bunların etkili olanlarından bir tanesi de, hastalara durmadan asistanının
"gençliğine ve tecrübesizliğine rağmen" diplomalı bir doktor olduğunu sık sık hatırlatmasıydı.
"Doktor Montjean reçetenizi hazırlayacaktır," derdi bir hastaya tatlı tatlı gülümseyerek. "Ona her