Deri koltukların üzerine yerleşen bir grup insanın bulunduğu odada, koca bir avize sallanıyordu tavanda. Yüksek rütbeli birkaç bürokrat, en az beş milyar Amerikan dolarını cebinde ayırmayan dört burjuva insanı, yönetimde sözü geçen üç siyasetçi ve içlerinde kendisini parya olarak tanıtmak isteyen fakat bulunduğu konumdan dolayı gerçek düşüncelerini dile getirecek cesareti henüz elde edememiş olan Osamu Dazai'nin de bulunduğu bir grup karalama yapan kişi -'yazar' olarak nitelendirilseler de buna kim inanır ki, devletin ağır hükümlerine boynunu bükenlerden başka?
Onlar yazar değil, der Dazai, bu konunun gündeme atıldığı her sefer. Bir grup hain, devlet binasının çevresinde dolaşan köpekler sadece. Hatta onlardan da kötüler, karınları doysa dahi oradalar.
Düşünceleri bu yönde olsa da o an, geniş bir masanın çevresine dizilen aynı türden insanlardan ayrı durmuyordu. Önündeki büyük tabakta bir parça hindi, tabağın hemen yanındaki kadehte zenginlik emaresi şarap, tabak ile kadeh arasında bir çatal, kaşık... Tüm bunlar öylece dururken ve masayı saran tekli koltuklara kurulan insanlar yapmacık kahkahalarıyla duvarları titretirken, Osamu Dazai gibi bir insanın orada nefes alabilmesi imkansızdı. Çevresindeki kişiler, boğazlarına dizdikleri hindilere rağmen masada yayılan bir espriye gülüyor; bu sırada yakalarına astıkları bezleri kirletmekle kalmıyor, ortamın olduğundan daha çirkin görünmesine sebebiyet veriyorlardı ve aralarında vicdanını satıp yerine pahalı bir paket sigara almayan tek kişi Dazai'ydi.
"Geçen gün bir taksiye bindim." dedi baştan beşinci sırada oturan, esmer tenli bir adam. Gün içinde tükettiği öğünlerden ve 'atıştırmalıklardan' dolayı boynunun altında kat kat yağ tabakaları oluşmuş, resmiyet gereği bağladığı kravatının üzerinde bir damla et suyu kalmıştı. Baygın bakışlarıyla masadaki yandaşı olduğunu düşündüğü kişilere bakarken, anlatacağı şeyin ne olduğunu tahmin etmek pek zor değildi.
"Özel aracımı değiştirmek adına, o gün için hizmetçilerden birine vermiştim." diye açıkladı, bulunduğu durumdaki itibarını sarsmamak adına. "Bu ticari araçlardaki koltuklar da çok rahatsız; insanlar nasıl o suni derinin üzerinde oturabiliyor, anlamıyorum doğrusu."
"Çok haklısınız." dedi, bürokratlardan biri, çatalına bir parça hindi daha almadan hemen önce. Masadakiler de birkaç mırıltıyla katıldıklarını belirttiğinde esmer tenli adam konuşmasına devam etmek için yemekler dizdiği boğazını temizlemişti. "İşte; Nagasaki'ye kadar 4 milyon yen tuttu, yaklaşık 37 ABD doları. Tam para çıkartmakla uğraşmadım ben de, birkaç bozukluk verdim. Sonra ne oldu, inanır mısınız, adam bana para üstünü uzattı, buna ihtiyacım varmış gibi!"
Anlattığı durumu herkes yaşamış gibi, masada bir kahkaha tufanı koptu. İnsanlar gülüyor, bu sırada etrafa tükürükler saçıyor fakat bunun farkında olmuyorlardı. Oysaki Dazai biliyordu ki 'iş görüşmesindeki' herkesin öğrenmesine gerek varmış gibi anlatılan bu hikayenin aslında esmer tenli adam kendisine verilen tüm para üstünü cebine indirmiş, üstüne üstlük şoförü de kötü bir şey yapmış gibi azarlamıştı.
"Evet, bazen böyle saygısızlıklarla karşılaşabiliyoruz." dedi burjuva takımından, beyaz sakallı bir adam. "İnsanların bu kadar cahil olması ne acı!"
Değişmeyen gerçek, bazı insanlar sadece böyledir.
Gecenin kalan iki saatinde, Dazai masada dolanan saçma şakalara yapay kahkahalar attı; bazen kişiliğine yakıştırmadığı yorumlarda bulundu fakat çoğu zaman sessiz kalıyor, kadehini dolduran şarabın dalgalanmasını izliyor, aynı odada bulunduğu lüzumsuz kişilerin kanlarının da bu kadar kırmızı olup olmadığını düşünüyordu. Öyle ki bir ara bardağına aşırı odaklanmış, dolayısıyla yanındaki yazarın dikkatini çekmişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
the setting sun || soukoku
Fanfic❝ insanlar, aşk ve devrim için doğmuştur. ❞ | two-shot | [ dazai osamu × nakahara chuuya ]