another coffee shop story

61 9 184
                                    

          Im Yoona kahveyi ne sever ne de kahveden nefret ederdi başlarda. Onunla, bağımlılık yaratabilecek her şeyle kurduğu gibi sınırlı bir bağı vardı. Canı çektiğinde içer, onun dışında ise pek aramazdı. Kendisine sahip çıkan, ne istediğini bilen biriydi o. Karışmazdı aklı, delirmezdi kalbi ya da kızarmazdı teni. Ama bunlar sanki çok eski bir masala ait gibi duran sözlerdi artık.

Bir arkadaşının ısrarıyla girmişti ilk olarak bu kafeye. Rahat bir yer olarak bulmuştu ilk gördüğünde, çok kalabalık görünmüyordu ve her şey temiz, kaliteli duruyordu. Çalışanlar güler yüzlüydü ve işlerine bağlı gibi görünüyorlardı. Im Yoona, arkadaşının onu buraya neden bu kadar büyük bir istekle soktuğunu anlıyordu şimdi. İtiraf etmeliydi ki, Seo Joohyun, gittiği yerleri seçme konusunda tam bir ustaydı. Pencere kenarındaki masaya çantalarını yerleştirdikten sonra sipariş vermek için kısa kuyruğun sonuna yürümüşlerdi.

Im Yoona sıralarda beklemeyi ne sever ne de beklemekten nefret ederdi başlarda. Hayatın bazı zorluklarla gelebileceğini bilir ama önüne çıkan engelleri aşmayı da hiç unutmazdı. Onun böyle küçük sıkıntılara kafa yoracak vakti yoktu, meşgul biriydi. Kendisini bilen, ne yapması gerektiğini hep onlarca adım önceden kurgulayan bir ustaydı o. Asla yanılmaz, asla korkmaz, asla utanmaz, asla yıkılmazdı. Ama bunlar sanki eski bir günlükten geriye kalan aptalca sözler gibi geliyordu kulaklara artık.

Arkadaşının önerisiyle şurupla bulanmış, krema sıkılmış ve çeşitli şeylerle süslenmiş lattelerden birini sipariş etmeye karar vermişti. Yanında küçük de bir turta alırdı ve tatlıya doyardı böylece. Im Yoona'nın hayatı hep tahmin edilebilir olmuştu ama hiç de basit değildi. Onun tahmin edilebilirliği taşıdığı güçte yatıyordu. Önüne ağır bir sıkıntı düşse de, herhangi birini hemen pes etmeye mahkûm bırakacak bir sorunun altında kalsa da Im Yoona her şeyi aşardı ve istediği yere hep ulaşırdı. Bu yüzden o bir şeye karar verdiğinde, herkes geleceğini ve hayatını tahmin edebilirdi. Basit gibi görünüyordu onu izlerken, oysa kimseler onun gibi başaramıyordu bunu. Neydi onu böylece kusursuz kılan şey?

Im Yoona sipariş vermeyi ne sever ne de sipariş vermekten nefret ederdi başlarda. Onun için böyle gücük görevler gülümseyen bir yüzle sıkıntısız aşılabilecek küçük sorunlardan başka hiçbir şey getirmezdi. Kendine güveni olan biriydi o, çekinmezdi düşüncelerini söylemekten ve savunmaktan kendisini. Ama bilirdi ne zaman susması gerektiğini ve haksız olduğunu kabul etmesi gerektiğini, o mantıksız savaşlara giren biri değildi. Ama artık bunlar eski mi eski bir anıyı aktaran sözler gibiydi artık.

Baristanın gözleri koyu bir kahverengiydi, neşeyle kıpırdıyor ve parlıyordu içine doğru. Uzun kirpikleri sakince dokunuyorlardı arada birbirlerine. Merakla ve beklentiyle kalkmıştı bir kaşı havaya, Im Yoona ilk defa bulamamıştı kelimelerini ve kekelemekten korkan bir halde baristanın karşısında duruyordu şimdi. Esmer yüzü bir çiçek gibiydi, basit bir şekilde anlatılması gerekirse. Neşeli bir bahçe gibi açıvermişti, gülümserken gözlerinin kenarları kırışıyordu. Küçük, şirin bir burnu vardı yuvarlak yuvarlak. Dokunmak istediği aptalca bir kırmızı düğme gibiydi, havalar soğuk olduğundandı belki de çünkü gerçekten de kızarmıştı burnu. Yanakları tombuldu, yumuşacık duruyorlardı buradan bakıldığında. Im Yoona ilk defa nefessiz kalmıştı ve bilmiyordu nereye bakmasını gerektiğini. Havalar soğukken yanar mıydı bir insan? Sıcacık hissediyordu, terlemiş ve kırmızıya bulanmış gibi. Esmerin dudakları çekici bir şekilde sırıtıverdi, Im Yoona yutkundu hayatında ilk defa belki de. Heyecanlanmak, kendini kaybetmek, ne istediği bilmemek... Bunlar değildi o! Kırmızı dolgun dudakları birbirine dokundu esmerin, sonra diliyle ıslatıverdi kuru dudaklarını. Gözlerinin içine içine gülümseyerek sordu, "ne alırdınız hanımefendi?"

would you like some numbers with your coffee? • yoonyulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin