Multimedia: Ekin Soyer
Köşeyi dönmemle karşımdaki kişi beni sırtım göğsüne gelecek şekilde kolunu boynuma dolayarak kendine çekti. Yine yüzünü görememiştim."Polisi aramayı aklından geçirmen senin için büyük hata olur."
Amacımı anladığına göre her an bıçağını çıkarabilirdi, onu sinirlendirebilecek hiçbir şey söylememeliydim.
"Burda yaşanılanlardan kimsenin haberi olmayacak, beni bırak. Hem yüzünü bile göremedim."
Bu lafımı söylememle arkamdaki kişinin elleri gevşedi ve hırkasının şapkasını kafasına geçirdiğini boş sokağa vuran gölgesinden gördüm.
"İyi, zaten görsen de senin zararına olurdu, emin ol. Şimdi buradan git ve aklının ucundan bile geçse senin zararına olacak fikirlere kapılma."
Son lafıyla beni ittirmesi bir oldu. Arkama bakmayı o an o kadar çok istiyordum ki. Yalnız bakarsam olacakları bildiğim için hemen koşmaya başladım.
* * *
Soğuk bir duşun ardından kendime gelmiştim. Yurtta sessizlik hakimdi ve ben de bu sessizlikte daha fazla kaybolmamak için hava almaya yurdun terasına çıkmaya karar verdim.
Merdivenleri çıkmak zulüm gibi gelse de sonunda terasa varmanın sevinciyle derin bir nefes aldım.
Alamadım.
Manzara harikaydı. Burada hiç lamba vesaire olmadığı için yıldızlar harika gözüküyordu.
Saatlerce orada oturup yıldızları seyretmek istedim. Yere oturacakken annemin sesi yankılandı zihnimde. Taşa oturmamamı tembihlediği sesine kulak verip etrafa bakınmaya başladım. İleride, ay ışığını içindeki metal parçalar aracılığıyla gözlerime ulaştırarak dikkatimi çekmeyi başaran ve büyük ihtimal okulun kullanılmayan eşyalarından oluşan yığın olduğunu fark ettim. Belimi biraz daha geçen yükseklikteki bu geniş yığının alt taraflarında ucu gözüken bir minder ve en üste örtülmüş battaniyeyi gözüme kestirdim. Battaniye üstte eşyaları sabitliyormuş izlenimi verdiği için ona dokunmayı erteleyerek önce zor görevi başarmak adına minderi almak için dizlerimin üstüne çöktüm. Bir elimle üstündeki eşyaları tutarken diğeriyle minderi çekiyordum. Minderi tamamen yığından ayırmamla zaten zor bela ayakta duran yığının bir gürültü-patırtı ve şangırdama eşliğinde gecenin huzurlu sessizliğini delerek yıkılışını izlerken gözlerimin önünde büyük harflerle "Game Over" yazıyordu.
Yaklaşık 5 dakika duyup da gelen olacak mı, korkusuyla kıpırdamadan bekledim. Nefes alış-verişlerim bile sesini duyamayacağım kadar yavaştı. 5 dakikanın sonunda kimsenin duymadığından emin olarak yüzsüzlüğümü konuşturdum ve hiçbir şey olmamış gibi yıldızları seyretmek adına yıktığım yığının içinde minderi aramaya başladım.
Zaten az olan ay ışığının, ayın önüne geçen bulutlar yüzünden neredeyse yok olması; normalde son derece kolay olan bu işi epey zorlaştırıyordu. Telefonumu almadığıma lanet ederken o yok denecek ay ışığında bile göze çarpan iki parlak cisme kaydı gözlerim. Biri, görebildiğim kadarıyla, çok güzel bir kolyeydi ve diğeri de onun eşi gibi duran bir bileklik.
Parmaklarımın arasındaki bu iki aksesuarı incelerken terasa doğru gelen ayak sesleriyle gördüğüm ilk kapıyı açtım .Girdiğim yeri incelediğimde buranın küçücük bir eşya deposu olduğunu gördüm. Depoda hiç yer yoktu ve ben küçücük bir yerde sıkışmış sesleri dinlemeye çalışıyordum.
"O kızı bu okulda istemiyorum Karan anladın mı? En ufak bir hatasında yollayalım şunu."
"Bakılır."