Küllü gri tutamları yüzünü süslerken ve omuzlarını okşarken güzel görünüyordu.
Kim Tae Hee güzeldi.Öyle ki, Kalbimi hızlandıracak, yanaklarıma tatlı bir kızıllık verecek ve etrafımda ki insanları umursamadan alt dudağımı kanatırcasına ısırarak onu izlememe sebebiyet verecek kadar güzeldi.
Onun acı-tatlı güzelliğini izlerken çevremdeki bütün sesler -aptal arkadaşlarımın sesleri- kulağıma uğultu olarak doluşuyordu. Net olarak duyduğum tek şey;kalp atışlarımdı. Telefonu ile uğraşıyordu. Buradan bile o zarif parmaklarını telefon ekranının üzerinde dans edercesine dolaştırdığını görebiliyordum. Yanaklarımda ki sıcaklığın daha da arttığını hissediyordum. Anlam veremiyordum. Tek yaptığı;oturmak ve telefonu ile uğraşmaktı ama kalbim sadece bu görüntüyle bile hızlanabiliyordu.
Ne yaptığımı bilmiyordum.Burada oturmuş ve kalbimde ki anlamsız sızıyla onu izlerken ne yaptığımı bilmiyordum. Her zaman böyle olmuştu. Okul koridorlarında yanımdan geçerken, kollarına ağırlık yapan kitaplarını bırakmak için dolabının şifresini girerken, yemek yerken, Bay lee'ye ona düşük not verdiği için çatık kaşlarıyla bakarken Tae Hee fazla güzeldi, ben de onun büyüsüne kapılacak kadar iradesiz.
Oysaki, tek istediğim;Yoonji'nin yeni erkek arkadaşı Hoseok'un dedikodusunu daha rahat yapabilmek için kızlarla bahçeye inmekti ama hesaba katmadığım bir şey vardı; Kim tae hee'nin planlarımı sabote edecek bir güzelliği vardı.
Parlak saçlarında ve güzel yüzünde dolaşan bakışlarımı, pürüzsüz esmer tenin süslediği uzun ve biçimli bacaklarına diktim. Kısacık okul eteği olabilirmiş gibi daha da kısalmıştı ve farkında değildi ama bacakları hafif aralık duruyordu.
Tae hee fazla kışkırtıcıydı.
Ellerimin altındaki sert tahtayı daha da sıkarken,boğazımdaki kuruluğu gidermek istercesine art arda sertçe yutkundum ama nafile geçmezdi;bilirdim. Benim tek şifam: Tae hee'ydi ama benim güzel şifam, belki bana birkaç adım yakınlıktaydı fakat asla ulaşamayacağım kadar uzaktı da. Kurumuş dudaklarımı birbirine bastırıp, Tae Hee'yi bir kez daha süzdüm. Aynı anda, tırnaklarım daha da sert geçti altımdaki tahtaya. O, fazla kışkırtıcıydı ve bunun farkında olan tek kişi olamamak canımı o kadar sıkıyordu ki.Bedeninde gezinen bakışların tek sahibi olamamak ruhumu öyle bir sinire buluyordu ki, korkuyordum kendimden.
On yedi yıllık hayatımda Tae hee'yi görene kadar sinirlendiğim tek olay; aptal erkek kardeşimin pis ellerini video oyunlarıma sürmesiyken şimdi, tek bir bakıştan sakınırken onu; nasıl olurda korkmam kendimden, ondan, bana hissettirdiklerinden?
Bir şey oldu.
Ben, Tae hee'ye bakıp, düşündüklerimin etkisiyle kaş çatarken çok önemli bir şey oldu; en azından benim için.Hayır, kıyamet kopmadı. Hayır, hayır, yıldızlar birbirine çarpıp bir karadelik oluşturmadılar ve yine hayır, Güneş ve Ay birbirine kavuşmadı. Belki de, bütün bunların hepsi gerçekleşti, evrende bir yerlerde. En çok da içimde.
Tae hee bana baktı.
Tae hee, Tae hee, çakmak çakmak parıldayan o güzel dilâver gözlerini benim noksan ruhlu gözlerime dikti.
"İşte..."diyordum "İşte şimdi noksanlıktan çıktı ruhum."
Garip bir şeyler oldu; O, bana-farkında olmayarak ona kaş çatarak baktığımdan olsa gerek- sorgularcasına bir kaşını kaldırmış bakıyordu.Bir bakış,ama ne bakış! O ne güzel bir bakış öyle!
Sanki,sanki gözlerinden gözlerime ılık bir şeyler akıyorda doğuyormuşum gibi aynı zamanda ölüyormuşum;Sakura'ymışım gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kiraz çiçeğin olmuşum, haberim yok; Taekook
FanfictionTae Hee'nin dilâver gözleri, Jung ah'ın noksan ruhlu gözlerini bulduğunda evrende bir yerlerde kıyametler koptu, en çok da Jungah'ın içinde.