KÜBRA

281 11 2
                                    

Merhaba arkadaşlar :) Önceden de hikaye alanında çalışmalar yapmıştım fakat sonuçlar beni pek tatmin etmedi o yüzden sıfırdan başlıyorum. Daha çok uğraşacağıma emin olabilirsiniz. :) Eğer yazım hatası, cümle kuruluşları ya da kurgu bakımından yanlış yaparsam yorumlarınız doğru bir bir üslupla, saygı çerçevesi içinde bekliyor olacağım. :) Umarım beğenirsiniz, keyifli okumalar diliyorumm :)

Uyanalı 5 dakikayı geçmemişti. gözlerim alev alev yanıyordu. Sanki acı biberleri göz kapaklarıma yerleştirmişlerdi ve her göz kırpışımda canımın yandığını hissediyordum. Hislerimi bölen şey, cama vuran yağmur damlaları olmuştu. Küçüklüğümden beri yağmura bayılırdım özellikle canım sıkkın olduğu zaman sırılsıklam olmak bana farklı bir tat veriyordu. Bunun içindir ki kollarımı aceleyle oynatmaya çalıştım. Fakat nafile! Saniyesinde vücuduma bir kavrulma yayıldı. Tüylerimin diken diken olduğuna yemin edebilirim. Yine de umursamamaya çalışarak turkuaz renkli olan ve bir o kadar da rahatlatıcı lavanta kokulu yorganı alçılı olmayan elimle ittim. Biraz canım yansa da ayağa kalktım ve beyaz deri koltuğun üstünde ki kahverengi kabanımı elime aldım. Üzerimi değiştirme zahmetinde bile bulunmamıştım nasılsa 4 gündür aynı kıyafetleydim açıkcası hiçte umrumda değildi. Kabanımı sağlam kolumdan geçirdikten sonra alçılı olan kolumdan geçirmek azıcık zamanımı almıştı. Bütün kaslarımın acıdan gerildiğini hissedebiliyordum. Sağlam kolumla odamın kapısını açtığım da babam elinde tepsiyle duruyordu. Açıklama yapma ihtiyacını neden duyduğumu bilmesem de elimle cama vuran huzur verici yağmur damlalarını gösterip "dışarıya çıkıyorum,gecikmem" diyip yanından hışımla geçtim.  Açıklama yapmamamı yoksa yanından hışımla geçmeme mi şaşırdı bilemem ama ben yol kapıdan çıkarken aynı duruyordu. Ama bu düşüneceğim en son şeydi şuan tek istediğim yağmura karışıp buradan defolup gitmekti. Nihayet yol kapıya gelmiştim. Bu sefer sakince kaıpı açıp dışarıya çıktım. Kahverengi kabanımın önünü kapatıp, kapşonunu kafama geçirdim ve soğuktan kızmızılaşan burnuma düşen damlaların tadını çıkararak yürümeye koyuldum. Ben saçı bozulacak, makyajı dağılacak diye yağmurda gezmeyen kızlardan değildim. Varsın sarı saçlarım yağmurda bozulsu , olmayan makyajım dağılsın. Ben sadece yürürdüm. ama bu sefer nereye gittiğimi, ne yaptığımı bilmiyordum. Ellerim cebimde fütursuzca yürüyordum. Her adım atışımda yağmur beni arındıryor, dinlendiriyordu sanki. Kafamda ki karışıklığı bile unutmuştum. Ilık gözyaşlarımın yanağımı yaladığını da anca düşüncelerimden az da olsa arınıp elimi yanağıma götürdüğümde anlamıştım. Ağlamamam gerekiyordu ben Kübra Taşkıran'dım. Ben güçlü bir kızdım. Kolay kolay yılmazdım ve eğer kafama bir şey koyduysam kesinlikle  yapardım. Şuan sadece anneme acı çektirmek istiyordum mesela. Elbet bunu da yapacaktım. Zaten bunu fazlasıyla hak etmişti. Diye öfkeyle solurken nasıl geldiğimi bilmediğim salaş bir cafenin önünde buldum kendimi. Dışarıdan hoş göründüğü içi direk tabelaya baktım. Çitlembik. Cafenin adını beynimin bir köşesine not alıp içeriye girdim.

Ardımdan hemen içeriye giren çakma sarışından önce davranıp son kalan cam kenarında ki masayı kapladım. Kız bana kocasını elinden almışım gibi tuhafca baktı ve daha sonra önüne döndü. SIcak hava yüzümü iyice ısırırken kabanımı çıkarmanın iyi bir fikir olduğunu düşündüm ve alçımı unutarak hoyrat bir şekilde kabanımı çıkardım. Tam da bu siralarda acı kendini belli etmek istercesine acı vermişti. 

KÜBRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin