Keyifli okumalar güzel insanlar, lütfen yıldız ve yorumlarınızı bizden esirgemeyin.
Bölüm Müziği: Spirited Away Sountrack - The Name of Life (instrumental piano)
Gökyüzündeki bulutlar su gibi akıyor, sanki güneşin batışına acele ediyor gibiydiler. Gökyüzünü saran pembe, mor ve kırmızının birbirine karışmış tonları, görüntüyü adeta bir ressam tablosuna dönüştürüyordu. Bir Pollock tablosunu mu hatırlatıyordu o cümbüş? "Yoo..." dedi içinden kararını vermişti... O Van Gogh'un belirgin fırça darbelerinin ahenkli bir masal anlattığı bir tablonun içindeydi.
Mavi elbisesi çalılara takılıyor, yine de tüm gücü ile aralarından sıyrılıp büyük adımlar atıyordu genç kız. Her adımında yerdeki kurumuş son bahar yapraklarını hışırdatıyordu yalın ayakları. Altın sarısı saçlarını güneş almış, parlatıyordu. Akşamüstü güneşi yalıyordu yüzünü. Bir an duraksamış, adımlarını yavaşlatmıştı. Derin nefesler alırken, kaşlarını kaldırıp etrafa iyice bakmıştı. Neredeyse uzunluğu ölçülemeyecek kadar yüksek ve ince ağaçlarla döşeliydi etrafı. Aralarından sızan güneş ışığını sağ eliyle kapatırken, parmakları arasından sızmasına engel olmamış, yansıyan ışıkla deniz mavisi gözleri bir ton daha açmıştı.
Gözlerini kısmıştı...
Etrafında birazcık dönmüş, durduğu bölgenin neresi olduğunu anlamaya çalışmıştı. Orman gibi değildi. Bastığı yapraklardan bazılarını eğilerek almış, avuçları arasında iyice incelerken, güneşte yaprakların aniden ezilip bir sise dönüştüğünü görmüştü. Hangi bitkiydi bu? İsmi neydi? Birkaç adım daha atmıştı ama sanki az önce bulunduğu yerden kilometrelerce uzaklaşmıştı. Durduğu yerden geriye baktığı zaman bembeyaz bir boşluk vardı ve sanki o beyaz boşluk git gide büyüyor, tüm ormanı yok ediyor gibiydi. Biraz daha gözlerini kısıp daha dikkatlice bakınca büyüyen o beyaz boşluğun hızlıca onu da yutmaya geldiğini görmüştü. O an anlamıştı... Aslında o boşluktan kaçıyordu... Peki, burası neresiydi?
Adımlarını git gide hızlandırırken, geriye dönüp göz atmayı da unutmuyordu. Koştukça orman tamamen farklı bir yere dönüşüyor gibiydi. Az önceki güneş, yeşil yapraklar aniden yok olmuştu. Etraf karanlıktı ve orman gerçekten çok korkunçtu. Birkaç adım daha attıktan sonra tekrar geriye baktığında o beyaz boşluğu bulamamıştı. Ama bu yine de tedirginliğini azaltamamıştı. Bu sefer karanlık ormanın derinliklerine hapsolmuş gibiydi. Burnundan kırmızı bir sıvı düştü elbisesine. Elini akan sıvıya götürüp incelediğinde parmaklarına kan bulaştığını gördü. Biraz sertçe sildi kanı. Gözleri dolmuş, nefesi hızlanmıştı. Elini boynundaki kolyesine götürdü istemsizce sanki güç almak için. Gözlerini kapadı derin bir nefesten sonra: "Lütfen babaanne... Yardım et!" diye sessizce fısıldamıştı.
Göz kapaklarını yavaşça aralarken, kuşların sesleri kulaklarını sarmıştı. Tekrar bulunduğu yerdeydi. Aniden aklına o beyaz büyük boşluk gelmiş ve heyecanla geriye doğru bakmıştı ama ne bir boşluk vardı, ne de renk değiştirip sise dönüşen yapraklar. Gözlerini tekrar kolyesine çevirdiğinde, mavi ışık ormanın üzerini kaplayan güneşten bile daha parlaktı. Bir an duraksamış ve kaşlarını çatmıştı. Kulaklarında babaannesinin kolye ile ilgili söylediği birkaç kelime çınlamıştı; "Ne zaman bir tehlike nüksetse, o parlayacak. Unutma."
YOU ARE READING
Karanlıklar Diyarı
FantasySilüetin yüzünü göremiyordu... Parıltılar engel oluyordu... Fantastik Mihan hikayemiz yakında sizlerle...