Odamı toplamaktan hep nefret etmişimdir. O karışıklığın içinde aradığımı tam zamanında bulamamak hep sinirlerimi bozar. O gün de çok sevdiğim kol saatimi arıyordum koca bir karışıklığın tam ortasında. Etrafa saçılmış kalemler, yatağın altında çöpe atılmayı bekleyen pizza kutuları toplanmak için beni bekliyordu. Her şey kendi kendine yerine gelse olmaz mıydı sanki?
Annem bu sabah yüz bininci kez odamın dağınıklığından girip okulda yaptığım tuhaf şeylerden çıkınca, odamı toplama vaktinin geldiğini anladım.
Evet, okulda olan tuhaf şeyler. Hepsi elimde olmadan oluyordu ve bunun neden olduğuna bir anlam veremiyordum.
Bir keresinde sürekli üçgen, kare çizdirmekle kafayı bozmuş öğretmenimize sinirlenmiştim. Nasıl olduysa, elindeki bardaktan su içerken bardak elinde patlamıştı.
Sınıfımda sürekli benimle dalga geçen kıza sinirlendiğimde elimdeki kalemler bir güç tarafından atılırcasına fırlamış ve kızın üstü mürekkep olmuştu. Ben isteyerek yapmadığım halde müdür annemi aramış, sonuç olarak ben de bir ton azar işitmiştim.
Bu tuhaf şeyler ya sinirlendiğimde olur ya da gerildiğimde olurdu. Tabii bunlara bir anlam veremezdim.
Katladığım kıyafetleri dolabıma yerleştirip yatağıma yöneldim. Yatağın altına baktığımda geçen gün yediğim pizzanın kutusunu gördüm.
"Sen ne zamandır oradasın ya?" dedim pizza kutusuna bakıp. "Sana acilen yeni arkadaşlar getirmeliyiz."
Deliriyor muydum? Henüz değil.
Odamı toplamayı bitirdikten sonra bilgisayarımı açtım. Tam izleyecek film arıyorken evde abur cubur kalmadığını farkettim. Oflayarak bilgisayar koltuğundan kalktım ve alt kata indim. Annemin cüzdanından para aldım, ardından markete gitmek üzere yola koyuldum.
Londra'nın havasını bilirsiniz. Genelde yağmurludur. Bugün de öyleydi. Toprak kokusu burnuma doluyordu. Yağmurdan sonraki toprak kokusuna bayılıyorum!
Birkaç renkli dükkanı geçtikten sonra markete vardım. Önüme gelen abur cuburu sepete attıktan sonra kasaya ilerledim.
Aldıklarımın parasını ödedikten sonra marketten dışarı çıktım. Birinin bana seslendiğini duydum.
"Hey, Jenny!" Seslenen sahip olduğum tek arkadaşım, en azından bu dünyada, Mary'di.
"Merhaba Mary!" dedim ona doğru ilerlerken.
Önce bana sonra elimdeki poşetlere baktı.
"Market boşaltıldığına göre yine film izlenecek, ha?" dedi bilmiş bilmiş.
"Kesinlikle benim sevgili çok zeki arkadaşım."
"Hangi film?"
"Bilmiyorum. Karar veremedim. Rastgele açarım belki. Senin bir önerin var mı?" dedim merakla.
"Bir düşüneyim..." dedi. "Harry Potter."
"Kim?"
"Harry Potter. Film serisi. Aslında kitap serisi ama, filmleri de var. Cahil misin nesin, anlamadım ki." diye sızlandı.
"Tamam. Onu izlerim o zaman. Uzun zamandır bahsediyordun. Merak ediyordum zaten. Sağol Mary!" diyip eve gitmek üzere koşmaya başladım.
Neden koşuyordum? Bilmiyorum. Galiba deliriyorum.
Kapıya geldiğimde anahtarı almayı unuttuğumu farkettim. Keşke sadece tek bir kelime söylediğimizde kapı açılsa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mudblood
FanfictionJennifer Wilson, bir gün hiç beklemediği bir mektup alır. Bu mektup hayatını tamamen değiştirir. Yeni hayatına uyum sağlamaya çalışırken Bulanık düşmanları ile de baş etmek zorundadır. Hayatı iyice zorlaşmıştır. Gittiği Hogwarts Cadılık Ve Büyücülük...