Yokuşları bekleyenler..

526 38 17
                                    

Yürümekten ayakları su toplayan adam, yüreğinin topladığı suları hâlâ akıtıyordu gözlerinden.. göğü sarmış şeffaf tül gibi süzülen ince bulut tabakasından maviliği soluktu. Güneş dünyayı cehenneme çevirmeye and içmiş gibi geride bıraktığı tüm o yollarda hemen tepesindeydi. Susuzluktan midesi dahi kavruluyordu fakat göğsündeki yakı  çok daha fazla yangınlar taşıyordu.

Çantasının yan tarafındaki file gözdeki termosunda çayı talimattaki saati çoktan geçirmişti, ılımış olmalıydı.

"Bu yaz sıcağında çay mı içiyorsun?" şaşkınlıklarına, "çay harareti alır.." derdi, fakat şuan âh demeye bile mecali yoktu.

Diğer file gözdeki kayısı suyu da muhtemelen kaynamış olmalıydı. Bu sıcakta sıcak bir meyve suyu, o kadar şekere de tahammülü yoktu.

Bunları düşünüyor değildir elbet yürüdüğü yollarda. Ardında bıraktığı bir kasabadan fazlasıydı. Ne olduklarını hatırlamaz olmuştu. Oysa kasabanın yolcularına Güle Güle tabelasını gördüğünde onu bir daha hiç gülemeyeceği zannına düşüren sözler zihninin her yerinde uçuşuyordu. İnkar da etmemişti fakat sözler inkara uğramış gibi silinmişti hatırından. Neye kızgın, kırgın olduğunu bilmeden yüreğinde taşıdığı ağırlıkla omuzları düşüyordu.

Yanı sıra uzanan geniş düzlüklerin kırmızı topraklarında anızlar sarı sarı parlıyor, nemli gözlerini kamaştırıyordu.

Uzaklarda yüksek bir meşe ağacı görünüyordu. Gölgesi hemen yanı başındaydı.

Bir de kendi gölgesine baktı. Soluna doğru uzanan karartı, fosforlu beyaz çizgilerle ikiye ayrılmış yolu geçerek başı yağmur suyu arklarına düşüyordu. Benliği kadar dağınık gölgesini saatlerdir beş otomobil, iki motor, üç kamyonet tepelemişti.
Dört durak geçtiğini hatırlıyordu, biri yolun diğer tarafindaydı. Fakat ne otobüs geçmişti ne de minibüs. Otostop çekse çekerdi lakin insan çekecek durumda değildi.

Anızları otlayan inekleri görünce başıboşluklarına imrenerek baktı. Biraz ötelerinde oturmuş çakısı ile bir çubuğu bileyen çobanları bile kendinden daha fazla başıboştu.

Omuzlarını acıtan çantasını sırtında bir kez hoplattı. Kuşe kağıt olan dergileri almamasını söyleyen iç sesini dinlemediği için yola çıktığının ilk dakikalarından pişman olmuştu. Zaten seçimlerinde iyikileri o kadar azdı ki..

Sen de en kötü seçimlerimdendin..

Bir petrol istasyonuna dahi rastgelmeyişine iyice kızar olmuştu. Yine de durmadı. Durmak istemiyordu. Bir dakika dursa unuttuğu sözlerini derhal hatırlamaktan korkuyordu.

Gözlerini uzaklara kısıp yolu gözetlediğinde asfalttan yükselen sıcaklıkla görüşü bulanıyordu. Karşıdaki tepelik yakın görünse de emin olamıyordu.

Şapkanın altından başına örttüğü mendili çıkarıp alnını ve boynunu silerek tekrar şapkasının altına yerleştirdi. Mendil, tuz ve ten yanığı kokuyordu. En son dün akşam yemekten önce duş almıştı. Bu sabah ise kaçar gibi çıktığı konakta sadece yüzünü yıkayabilmişti.

Nereye gideceğini bilmiyordu, nereye gittiğini de, ne kendinin ne de yolun. Haftalar önce gelirken o kadar heyecanlıydı ki yola doğru düzgün dikkat etmediğini şimdi şimdi farkediyordu. Gözlerinin değdiği her şey ilk kez imajı taşıyordu, anılarında bir karşılığı yoktu. Bu kadar az araba geçtiğine göre de şehre giden yola değil eski çevre yoluna girmiş olmalıydı. Asfaltın çatlayan ve dağılan yerleri bu fikrini doğruluyordu.

Yol hiçbir yana bölünmüyordu. Şu tepe de sanki yürüdükçe ondan uzaklaşıyordu. Sabah kahvaltı yapabilmiş olmasına şükretti. Yoksa öğleyi bulmak üzere olan vakitte gün sıcağına dayanamayıp çoktan bayılmış olurdu.

Yokuşlara Yorgun Yolcular..Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin