On iki, on üç yaşlarındayken genç bir hanımefendinin bana birkaç aşk hikâyesi anlattığını anımsıyorum. Aslına bakılırsa hiçbirini beğenmemiştim çünkü aynı şeylerin etrafında dönüp duruyordu. Bir kadın bir adama âşıktı, genç hanımefendinin de tabiriyle deliler gibi, onun için her şeyi yapabilirdi; vazgeçebilirdi, gidebilirdi,
sevmeyebilirdi, kırabilirdi. Öncelikle bunlar hikâyeyi anlaşılamaz ve anlamsız yapıyordu. Çünkü bir saçmalıktan ibaret olduğunu düşünürken anlatılan şeyleri kaçırıyordum. Ama o genç hanımefendi bunun asla farkına varmadı çünkü belli ki kendi hislerini anlatıyordu ve epey kaptırmış görünüyordu, bunu henüz yeni yeni hatırlıyor ve anlam verebiliyordum.
Ona, adamın kadın için hiçbir şey yapmaması hâlinde kadının ne yapacağını sorduğumda bana aşk karşılık beklememektir demişti. Karşılıksız ve beklentisiz sevgi yorucu olmaz mıydı? Böyle düşündüğüm için bana aptal olduğumu söylemişti ve on iki yaşlarındaki Taehyung için bu oldukça kırıcıydı. Aslında daha sonra ben de ona aptal ve saf olduğunu söylemiştim, bu yüzden beni dakikalarca çarşıda kovalamıştı ama haklıydım! Ablama benziyordu. Ablam dediğim manyak ise gizlice evlenmiş ve sonrasında adam onu aldattığı zaman çıkamayacağı bir boşluğa düşerek krallığı terketmişti. Herneyse.Daha sonra anlattığı hikâyeler değişti. Daha masalsı bir hâl aldı ve bu defa bir adam bir kadına âşıktı. En başında adam seviyordu, daha sonra kadın onu seviyordu ve adam ondan onunla gelmesini istiyordu. İşte, burası beni sinirlendiren kısımdı.
Hani aşk karşılık beklememek ıvır zıvırıydı?
O genç hanımefendi hep ben evimizin önündeki çardağa oturup resim çizerken yanıma gelirdi. Bir süre sonra ona alışmıştım. O ilk arkadaşım sayılabilirdi. Onun beni arkadaşı olarak görüp görmediğini hiçbir zaman bilemedim ama benim için öyleydi, arkadaştı. Nazik ve güzel bir kadındı. Bir gün benden kendisini çizmemi istedi, kabul etmiştim. Kendimi bildim bileli aynı kalem ve birçok temiz kâğıtla avutunulmaya çalışınıldığımdan, harika olmasa da güzel şeyler çizebiliyordum. Ayrıca o gerçekten güzeldi ve simetrik bir yüze sahipti. Bana o aşk hikâyelerinden birini anlatırken, onu çizdim. Henüz baştayken birkaç kez kâğıdı ona göstermiş ve beğenip beğenmediğini sormuştum. Harika, demişti. Gerçekten beğenmişe benziyordu ve bitmesi için sabırsızlandığını söyleyerek anlatmaya devam etmişti. İkimizde dalmıştık, o anlatıyor ve ben çiziyordum. Bu yüzden bizi seyreden kralı farketmemiştik. Onu ilk kez o zaman, on üç yaşındayken gördüm. Daha sonra da gördüm ama yüzüne bakamadım. Mide bulandırıcıydı.
Genç hanımefendinin hikâyesini beğenmediğini, hayal dünyasında yaşadığını ve bir kralın sıradan bir kadına aşık olmasının imkânsız olduğunu söyledi. Heybetli görüntüsü silindi gözümde. Derisi sarktı, teni koyulaştı, saçları kabardı, pelerini yırtıldı ve kalbi eridi. Ona bakmaya devam ettikçe tüm vücudu erimeye başladı ve yüzü korkunç bir hâl aldı sanki. Genç hanımefendi sustu ama ilk kez dudaklarının aşağı kıvrıldığını ve gözlerinin ıslandığını gördüm. Kral onu alaya almıştı, veziriyse daha kötüsü yaptı. Onu çizdiğim kağıdı elimden çekip aldı ve bu da ne diye sordu. Güldü, yırttı kâğıdı. Parçalar yere düşerken diğerleri de güldü. Onun da yüzü ve kalbi eridi gözlerimin önünde. İlk kez o zaman annemin pirinç kaynattığı kazanlar gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Kanım kaynıyordu ve kalbim sıkışıyordu. Bir şey söylesinler diye ellerinde mızrak olan arkadaki adamlara baktım ama hiçbir şey söylemediler. Onların hemen biraz arkasında birkaç kadının ve iki adamın olduğumuz yere bakarak aralarında konuştuklarını anımsıyorum.Kimse hiçbir şey söylemedi.
Genç hanımefendi de öyle. Kafasını yere eğmişti ve gözyaşları toprağa düşüp daireler oluşturuyordu. Bir an onların hanımefendinin gözyaşlarında boğulduğunu hayal etmeden edemedim. Ama gözyaşları çok küçüktü. Birikinti bile oluşturamazdı. Buna da fazlasıyla sinirlendiğimi hatırlıyorum. Küçükken epey sinirliydim ama tüm sinirimi diğer çocuklardan çıkarıyordum. Ya da ağaçların gövdelerini dallarla kazımaya çalışıp, beceremediğimde tüm gücümü kullanarak gövdelerine vuruyordum. Sincaplara ve kuşlara bağırıp otları yoluyordum. O an bunların hiçbirini yapamadığımdan krala bakıp canavara benziyorsun demiştim. Daha sonra kâğıdı parçalayan adama bakıp sen de canavar yumurtasına. Şu çirkin olanlardan.
En başından o adamın kral ve diğerinin vezir, kılıçlı ve mızraklı olanlarında kralın askerleri olduklarını bilmiyordum.
Vezir oldukça sinirlenmişti. Az daha çirkin bir ejderhaya dönüşebilirdi hatta. Kral ise gülmüştü ama biraz farklıydı gülüşü. Buna bir isim veremeden genç hanımefendiye dönmüş ve bunları da mı ona sen anlattın demişti. Genç hanımefendi ayağa kalktı, hafifçe eğildi -krala gösterilmesi gereken saygı hareketiymiş, aslında gereği olduğunu düşünmüyorum- ve koşarcasına uzaklaştı.
Onu tekrar görmedim.
Sonraki günlerim onu bekleyerek geçti. Her gün normalde oturduğum çardağa belki erken gelir diye düşünerek daha erken kurulup, kalem ve kâğıdımla onu bekledim. İlk ve son arkadaşımı kaybettiğimi anlamam biraz uzun sürdü çünkü kafam geç basıyordu bazı şeylere, sanırım sebebi buydu. Görünüşü bir şekilde aklımda olduğundan ve saatlerce oraya oturup onu düşündüğümden, bir gün kâğıtlardan birine onu çizdiğimi farkettim. Bu yüzden sonraki birkaç günüm onu çizmeye çalışmakla geçti. Beğenmedim, ama sakladım ve yenileri çizdim. Sonra yenilerini, daha yenilerini. Sık sık getirmeyi eksik etmediği kurabiyeleri bile çizdim ama o hiç gelmedi. Biraz bencilce mi bilmiyorum, kimse bana kurabiye de getirmedi.
On altı yaşındaki Taehyung'un yapabildiği ve yapabileceği farklı şeyler yoktu. Okula gidiyor, resim çiziyor ve etrafını seyrediyordu. Ayrıca kısa süre bile olsa çardağa oturmaktan vazgeçmiyordu, hâlâ ufak bir bekleyiş içerisindeydi.
Üzgündü ve tam o sıralarda, onunla tanıştı:
Yoongi.
Annesi tarafından terkedileli yıllar oluyormuş. Çarşının en işlek iki hanı vardır, onlardan birinde çırak olarak çalıştığını öğrendiğimde şaşırmıştım. Beceremediği hiçbir şey yoktu, benim aksime. Taehyung yalnızca okula gidiyordu ve..
evet, resim çiziyordu.Ona genç hanımefendiyi anlattığımda, ufak gözlerinin irice açıldığını ve şaşırmış olduğunu hatırlıyorum. Daha sonraysa aynı duruma benim düştüğüm o ismi söyledi:
Chung Ae noona mı?
Chung Ae.
Kim Chung Ae.
Onun erkek kardeşini sevdiğini söyledi. Kim Namjoon.
Ve on altı yaşındaki Taehyung, aşkın aşk olduğunu öğrendi. Aynı zamanda da ilk arkadaşı Kim Chung Ae'yi neden tekrar göremediğini de.Kral, o ve ailesini sürgün etmişti.
Yoongi çalıştığı ve üst katında yaşadığı yerde gün boyunca onlarca hanımefendi görüyordu ve onunla ilgilendiklerinin de farkındaydı fakat hiçbirinin ilgisine karşılık vermiyordu. Bunu ona söylediğimde bana her şeyi daha detaylı anlatmıştı.
Namjoon, anne ve babası kalacak, yalnızca Chung Ae gidecekti fakat Yoongi ve Namjoon arasındaki ilişkinin arkadaşlıktan fazlası olduğu düşünen bir soylu yüzünden, hepsi gitmişti. Aslında bu daha çok sebepsiz olan sürgüne gizli bir neden olmuştu. Kimse Yoongi'yi bilmiyordu, o soylu haricinde ve bunu duyan Yoongi ise bir süre ortalıktan kaybolmuştu. Hikâye hayalkırıklığıyla doluydu ama Namjoon Yoongi'ye geri döneceğini ve onu bulacağının sözünü vermiş, Yoongi ise onu hep bekleyeceğini söylemişti. Bunu öğrendiğimde içimde tarifi imkânsız bir umut doğmuştu çünkü bunlar dile getirildiğinde harika şeylerdi. Bu yüzden Yoongi'ye yaklaşan hangi kadını görsem konuşmamak için direniyordum, ağzımı kapatıyordum ya da hanı terkediyordum. Bu kez sincapları veya kuşları kovalamak yerine onlara bunu anlatıyordum.Çünkü Taehyung bir şey daha öğrenmişti.
Bir erkek ve erkeğin, bir kadın ve kadının arasındaki hislerin insanlar arasında kabulü yoktu.Kraliyet ailesinde de öyle.
Kral için de öyle.
Ama yirmi üç yaşındaki Taehyung'un bildiği bir şey varsa, şimdi, gizlendiğim çalılığın arkasından gördüğüm bu yasak aşkın kabulünün üzerinde epey düşünülecek olduğuydu.
Veliaht prens Kim Seokjin ve beraber büyüdüğü, bir soylunun oğlu olan gizli aşkı Jung Hoseok.
Sincaplar ve kuşlar bunu çok sevecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
la vie en rose
Fanfiction[ tae2seok ] saray prensi kim seokjin'in gizli aşkı jung hoseok öldürülecekti ve kim taehyung onu kurtardı. 21-1-19