Yine gözümün önündeydi ve canımı yakıyordu. Her zamanki gibi başka insanlarla gülüşüyordu, mutluluğunu onlarla paylaşıyordu. Ben de kalbim parçalara ayrılırken onu izliyordum.Bu döngü hep böyleydi.
O beni görmezdi, ben onun gözünün içine bakardım.Derin bir nefes aldım ve yavaşça kafamı aşağıya düşürdüm. Onu başkalarıyla mutlu gördükçe nefesim kesiliyordu.
"Hoseok hyung!" Sesin geldiği tarafa doğru baktığımda bana doğru gelen Jungkook'u gördüm. Jungkook, benim her kelimemi, bakışlarımı, nefes alışımdan bile nasıl hissettiğimi anlayan tek kişiydi. Onu seviyordum ve her seferinde varlığına şükrediyordum.
Yavaşça elimi kaldırıp selamladım ve 'yaşıyorum' der gibi acı bir tebessüm sundum. Gelip yanıma oturdu ve gözlerimin içine bakıp anlatmamı bekledi. Diyordum işte, bu çocuktan bir şey saklayamıyorum.
"Ne oldu hyung? Yine ne bu surat?"
"Sence?" Dedim kaşlarımı kaldırarak. Sorması bile saçmaydı. Neden böyle olduğumu en iyi bilen o'ydu.
Cevap vermeden şöyle bir okulun bahçesinde göz gezdirdi. Canımı yakan manzarayı gördüğünde gözlerini oraya odakladı.
"Anladım, yine aynı bok."
"Neyse, siktir et. Alıştım." Dedim boşlarcasına. Alışmıştım. Onun bana acı çektirmesine, her gün içimdeki cam kırıklarının çoğalıp, beni yaralamasına alışmıştım. Artık canım yanmıyordu, sadece sızlıyordu.
Öylece otururken zil çalmıştı. Jungkook'la birlikte ayaklandık ve okula doğru ilerlemeye başladık. Bir süre sonra önüme baksam da, benim hizamda sadece birkaç adım uzağımda birinin olduğunu hissettim. Elim ayağım boşalırken ne yapacağımı şaşırmıştım. Bu çocuk benim bedenimi alt üst ediyordu ve ben buna karşı koyamıyordum. Kalbim yine beni dinlemiyordu. Hızlandı. O'ydu. Siyah saçlı meleğim.
Ona bakmamak için direndim ve koşar adımlarla sınıfıma girdim. Tabi ki en fazla bu kadar kaçabiliyordum ondan. Çünkü arkamdan o da sınıfa girdi. Oturduğum yerden onu süzdüm. Saniyelik gözleri gözlerime değdi ardından hızlıca geri çekti o güzel gözlerini gözlerimden. Bu bile yeterliydi benim için. Dünyaların benim olması bu kadar kolaydı.
Yerine oturduğunda artık sırtına bakıyordum. Zil çaldı, hoca sınıfa girdi, ders anlatmaya başladı. Ben ise çenemi avuç içime yaslamış onu izliyordum. Kendimi dersten soyutlamıştım.
Ben Hoseok. Jung Yıkık Zavallı Platonik Hoseok. Bir anadolu lisesinde öğrenciyim. Ve şu an sırtını izlediğim Min Yoongi'ye deli gibi aşıktım. Ona karşı hissettiğim karşılıksız sevginin ikinci yılındaydım.
Min Yoongi... Ah, güzel meleğim benim. Senin için atan kalbimi ne zaman fark edeceksin?
İki senedir onunla aynı sınıftaydık ve aramızdaki ilişki hiçbir zaman merhaba-merhabayı geçmemişti. Beni arkadaşı olarak bile görmediğine emindim, o kadar uzaktık ki birbirmize. Bazen kenara çekip 'neden beni görmüyorsun?' Diye sormak istiyordum ama bir şeyler beni engelliyordu. Ondan yeterince uzakken daha çok uzaklaşmak istemiyordum. Korkuyordum.
"Hoseok?" Gelen sesle irkildim ve bana seslenen hocaya baktım.
"Buyrun hocam?" Dedim sarsılarak. Karşımdaki meleğe bakmaya o kadar dalmıştım ki, hocanın sesiyle irkilmiştim resmen. Dikkatimi dağıtmasa olmazdı zaten. Ne güzel izliyordum onu.
"Dersle ilgilen lütfen, gözlerin bende olsun." Dedi sert bir sesle ve dersini anlatmaya geri döndü.
Yoongi gibi bir ilah varken benden kendisine odaklanmamı istiyordu.
Saçmalık.
Derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Son kez gözlerimi Yoongi'ye çevirdiğimde hiç karşılaşmayacağım bir görüntüyle karşılaştım.
Bana bakıyordu. Min Yoongi, siyah saçları gözlerine düşmüş ama saçları gözlerinin ışıltısını kapatamamış, parıl parıl parlarken bana bakıyordu. O anda ölmek istedim. Onun gözleriyle denk geldikten sonra ölüp, son hatırladığım anım bu olsun istedim. Ne güzel bakıyordu benim güzelim. Hiçbir anlam barındırmıyordu ama her şeyi anlatıyor gibiydi. Ya da ben öyle baktığını düşünmek istiyordum.
Saftı, durgundu ve ben o bakışına bile her şeyimi vermeye hazırdım.
Bir süre baktıktan sonra önüne döndü ve dersi dinlemeye devam etti. Ben ise kendimi toplarmaya çalışırken daha çok affalamıştım. Kendimi toparlamam artık imkansızdı.
Hoca laf etmesin diye bir süre dersi dinliyormuş gibi yaptım daha sonra kafamı sıraya koydum ve uyudum. Daha fazla dayanamazdım o mıy mıy hocaya. Özellikle Min Yoongi'nin o eşsiz gözleri aklımdan çıkmazken hiçbir şeye odaklanamazdım.
Okulun bittiğini duyuran zil çaldığında derin bir nefes verdim. Sonunda bitmişti. Çantamı toparladım ve Jungkook'la birlikte okulun çıkışına doğru ilerledik.
Okulun çıkışına geldiğimizde gözlerim Yoongi'yi aradı. Onu son kez görmek istiyordum. Etrafıma baktım ve onu gördüm.
Bir kızın omzuna kolunu atmış, sarma dolaş gidiyorlardı. Sohbet edip, kahkaha atıyorlardı. Kan yine sıçramıştı beynime. Nefret ediyordum onu başka birinin yanında görmekten. Sadece benim olsun istiyordum. Sadece bana baksın, benimle konuşsun, benimle gülsün, bana sarılsın, beni öpsün istiyordum.
"Sikeyim yeter artık ama." Dedim sinirle. Hergün başka biriyle takılıyordu.
"Hyung, artık konuşmanın zamanı gelmedi mi sence de? Yenge elden gidiyor sen hala bakıp bakıp sinirleniyorsun." Dedi Jungkook.
Sözünü bitirmesiyle kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Ne diyorsun lan? Ne gitmesi?"
"Bir adım atmalısın artık, olmaz böyle."
"Emin misin?" Diye sordum. Kafasını salladı usulca. Haklıydı da. Artık zamanı gelmişti. Eve gittiğimde artık bu döngüye bir son verecektim.
-
"Jungkook, emin misin oğlum?" Diye sordum son kez. Haklıydı ama ben hala emin değildim. Ya beni ters çevirirse? Zaten uzaktan izliyorken, beni reddederse artık hiç bakamazdım.
Bizim eve gelmiştik, yatağımda oturmuş Yoongi'ye mesaj atıp atmamam gerektiğini konuşuyorduk.
"Eminim hyung, eminim." Dedi tak etmişcesine. O'da artık bıkmıştı. Benim üzülmeme dayanamıyordu. Ve artık bir şeylerin hallolmasını istiyordu, benim gibi.
"Tamam atacağım." Dedim beyaz bayrak çekerek. Atacaktım, yoksa Jungkook başımı kemirirdi. İnanın en son maruz kalmak istediğim şey Jungkook'un inadıydı.
"Umarım atarsın. Ben gidiyorum o zaman." Dedi. Başımı salladım ve kapıya geçirdim onu. Gittiğinde tekrar odama kapattım kendimi. Evde kimse yoktu, annem ve babam bir süreleğine tatile gitmişlerdi. Ben de sınav haftam olduğunu söyleyip gitmemek için yalan atmıştım.
Yatağıma yattım ve tavanı izlemeye başladım. Yapmalı mıydım gerçekten?
Ya benden nefret ederse? Ya yüzüme bile bakmazsa? O zaman ne yapardım?
Çok tedirgindim ama yapacaktım. Artık dayanamıyordum. Belki de düşündüğüm gibi kötü olmayacaktı, o da beni sevecekti ve sevgili olacaktık. Belki...
Telefonu elime aldım ve mesaj kısmına girdim. Yapacaktım artık.
Hoseok: Neden görmüyorsun beni? Gözlerinin önünde yok olurken.
×
slm bok gibi bölüm oldu bu ne:(
ŞİMDİ OKUDUĞUN
why don't you see me? :sope:
Fanfictionhoseok: neden beni görmüyorsun? gözlerinin önünde yok olurken. :sope: