Alarmın sesiyle dünyaya döndüğümde bir ağırlık çökmüştü üstüme, kalbim sıkışıyor gibiydi biraz. Sabah uyandığımda aklıma ilk düşen şey onun güzelliği ve dün olan konuşmamızdı. Yatakta doğruldum ve gözlerimi açmaya çalıştım. Tam olarak kendime gelememiştim.Şimdi o yanımda yatıyor olsa, kalkıp beni öpse ve narin sesiyle günaydın dese kesinlikle kendime gelirdim.
Gündüzüm onu düşünerek, gecem onu düşünerek geçiyordu. Yirmidört saat onu düşünüyordum. İçime işlemişti siyah saçlı meleğim. Hiç silinsin istemiyordum ya orası ayrı.
Kısa süreli dağınık bir kahvaltı yaptıktan sonra hazırlanıp okulun yolunu tutmuştum. Dün gece attığım son mesajıma cevap vermemişti. Bugünün nasıl geçeceğini merak ediyordum. Yüzüne bakarken daha farklı hissedecektim. Ben biliyordum ama o bilmiyordu, dün gece benimle konuşmuştu.
Okula vardığımda bahçede kimse yoktu. O an geç kaldığımı fark etmiştim. Saçlarımı dağıttım sıkıntıyla. Bu sıralar çok fazla geç kalıyordum ve bu hocaların hoşuna gitmiyordu. Eh, geç kaldığım için azar işitmek de benim hoşuma gitmiyordu.
Sınıfın kapısının önüne geldiğimde sınıfta göz gezdirdim. Bazı öğrenciler gerçekten dersi dinliyor, bazıları dinliyormuş gibi yapıyor, bazıları tamamen bağımsızlığını ilan etmiş, ya uyuyor ya da telefonla ilgileniyordu. Jungkook da son gruba dahildi, uyukluyordu.
Yoongi ise tüm öğrencilerden farklı bir şey yapıyordu. Gizlice kulaklığını takmış, önündeki boş defteri gülümseyerek karalıyordu. Büyük ihtimal bir şeyler çiziyordu. Ah, sevgilimin eline kalem ne de güzel yakışıyordu.
Gözlerimi sınıftan ayırıp, kapıya hafifçe vurdum. Neler yaşanacağını iyi biliyordum. Hocanın gözleri gözlerime değdiğinde o pırıltıyı görmüştüm. O pırıltıyı çok iyi biliyordum.
Canım hocam bana şunu demek istiyordu;
Gel Hoseok gel, şimdi yedim seni.
Kapıyı yavaşça araladım ve hocanın yanına adımladım.
"Yine geç kaldın, Hoseok." Dedi Jin Hoon hoca yüklenmeye başlayan siniriyle. En ufak bir kelimemde biriken öfkesi patlayacaktı. Bu yüzden kafamı öne eğip hocayı onaylamakla yetindim.
"Sürekli geç kalıyorsun, akıllanmayacaksın böyle. Dil döküyoruz insallıktan da anlamıyorsun," diye saydırmaya başlamıştı. Kafam önümde eğik bitirmesini bekliyordum.
"Sana artık ceza vermenin vakti geldi." Gözlerimi şaşkınlıkla aralarken tanrıdan canımı almasını diliyordum. Edebiyat hocası, Choi Jin Hoon. Verdiği ödevler pi sayısını ezberlemek kadar zor iken, vereceği cezadan bahsetmek bile istemiyordum.
"Kore edebiyatını detaylı bir şekilde araştırıp bunun hakkında slayt yapmanı istiyorum, sınıfta bunu sunacaksın. İki gün sonra elimde olsun." Neye uğradığımı kavramaya çalışırken edebiyat hocam bundan gayet zevk alıyordu. Yüzündeki o gülümseme içindeki şeytanın gülümsemesiydi.
"Yerine geçebilirsin." Saygıyla eğilip, özür diledikten sonra yavaşça sırama geçtim. Sabah sabah sinirlerim bozulmuştu, üzgündüm. Bu zekayla o ödevi tek başıma nasıl yapacaktım?
İlk dersin bittiğine dair zil çaldığında yerimden kıpırdamamıştım. Yoongi ise, dersin başından beri karaladığı defterini kapatıp, sınıftan çıkmıştı. Gidişini gözlerken yanımda biri belirdi. Bir ruh hastası; Jungkook.
"Artık sana hyung demeyeceğim," dedi trip atan üç yaşındaki çocuklar gibi. Dudaklarını da büzmüştü. "hyung olmayı hak etmiyorsun. Önce okula geç kalmamayı öğren, sonra hyung ol."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
why don't you see me? :sope:
Fanfictionhoseok: neden beni görmüyorsun? gözlerinin önünde yok olurken. :sope: